30 Aralık 2010 Perşembe

6 Ocak - Napoli Sonunda Milano'da!

Benim için 2010'un ilk yarısı Mourinho'nun Inter'ini anlatıyorsa, ikinci yarısı Napoli'nin şarkısını söylüyor... Serie A'nın tartışmasız en animasyonlu takımı Napoli önümüzdeki Perşembe günü, hıristiyanların yortusu, l'epifania'da Milano'ya geliyor... 2010'un ilk yarısını şenlendiren Inter'in karşısına 2011'de izleyeceğim ilk maçta çıkacak olan Napoli'yi aslında ilk kez çıplak gözle izleyeceğim; ancak bu Napoli'ye duyduğum sempatiden ve bu maçın bende yarattığı heyecandan bahsetmeme engel değil...

Haftalardır Lig ve Avrupa Ligi'nde maçların son dakikalarına, son saniyelerine golleri sıkıştıran; Lavezzi'nin yokluğunda yıldızı Cavani'yi ön plana çıkaran Napoli şampiyonluk yarışındaki varlığını teyit etmek için sahaya çıkıyor. Inter ise, taraftarlarının Benitez sonrası geçmişine, kariyerine bakmadan sadece "Akıllı, genç ve hırslı" diyerek sahiplendikleri Leonardo ile ilk maçına çıkmaya hazırlanıyor. Neresinden bakılsa büyük bir heyecan fırtınası olacak. Napoli burada da kazanırsa, artık şampiyonluğa aday olduğunu ilan edecek. Inter kazanırsa, uzak kaldığı şampiyonluk yarışına doğru adım atacak. Muhteşem bir maç, herkesin ispat etmek zorunda olduğu şeyler var. Napoli'nin galibiyeti Serie A için benim gözümde çok daha fazla anlam şey ifade edecek; Leonardo'nun galibiyeti ise elbette tüm Avrupa'da daha çok ilgi uyandıracak... Boxing day ve arkasında hafta içinin Premier League ile dolması yetmemiş gibi, Pazartesi La Liga, Perşembe Serie A... Rabbim futbol meraklısına vakit ve güzel futbol sunsun!

Napoli yine kazanabilecek mi?
Leonardo nasıl karşılanacak?
Inter kazanamazsa neler yaşanacak?
Inter'de Benitez'in maçları soyunma odasında kaybettiği söyleniyordu. Leonardo buna ilaç olacak mı? Yine futbolcuların hocayı sevmediği için oynamadığı söylentileri mi kazanacak?

Neticesinde perşembe gecesi güzel bir maçın ardından umarım yine bir kaç satır karalamaya çalışacağım...

29 Aralık 2010 Çarşamba

Bu da mi Ofsayt!

Demiroren dun NTV Spor'da anlatmis. Ben de izledim. Simdi bu adamin yaptiklari var. Yanlislar cogunlukta elbette... Burasi gercek... Bunun yaninda bir de elestirmek icin elestirmek var...

Izleyen izlemistir. Konu Almeida'nin fon araciligiyla satin alinmasi... Hemen senaryolari yazalim...

1) Almeida basarisiz olur. Besiktas uc sene sonunda fona 2 milyon euro + yillik %10 faizi oder. Fonun kaybi yok, kulup icin iyi fiyata alinan bir futbolcudan verim alinamamasi ornegi. Her gun yasanilan seyler, problem yok... Taraftar umut vaad eden bir transferden sonuc alamamanin uzuntusu ile kalir, o kadar...

2) Almeida basarili olur, 8 milyon euro'luk bir teklif gelir. Fon satilmasini ister, Besiktas 3,5 Milyon Euro verir, Almeida kalir. Taraftar memnun, kulup 1,5 Milyon Euro zararda, fon memnun... Simdi bu Almeida'nin bir Quaresma ornegindeki gibi uyum sagladigini dusunelim, hangi Besiktasli verilen 3,5 Milyon Euro'ya karsi cikacaktir? Kaldi ki, boyle bir teklifin geldigi yerde, 3,5'i vermenin getirisi sozlesmeye bagli olarak, orta vadede yine Besiktas'in lehine cikacak. O fark 1,5 milyon degil, 5,5 milyon olsaydi, baska bir sey konusurduk...

3) Almeida basarili olur, 8 milyon euro'luk bir teklif gelir. Futbolcu satilir... Besiktas burada kac para aliyor net bilmiyorum. Yani sozu gecen 10 milyon Euro sozlesmeye eklenmis bir maddeden yola cikiyor olabilir... Diyelim ki Besiktas 4 milyon aliyor, bu durumda Besiktas verim aldigi bir futbolcudan tas atip kolunu yormadan para kazanmis olacak.4 Milyona iyi bir forvet bulmak zor, ancak uzerine futbolcuya vermekten imtina ettigi, Adnan Polat usulu 2 Milyonluk kazanci da koyarsak; hatta fonun bu alisveriste elde ettigi kar uzerine, kuluple yeniden calismak isteyecegini de goz onune alirsak, Besiktas buradan sportif anlamda kisa vadede zararli, uzun vadede karli cikacaktir...

Neticede sozlesmeyi gormeden soylenecek seyler aysbergin su ustundeki kutlesine yapilacak guzellemeden otesi olmayacak elbette. Atlanmadigini umdugum tek bir nokta var... Sozlesmeyi ben yapiyor olsaydim Besiktas'in sartsiz "hayir" deme hakki olan bir limit ortaya koymaya calisirdim. 8 Milyon Euro'ya kadar olan tekliflerde kulup kayitsiz sartsiz "hayir" deme hakkini elinde tutmali ornegin. Belki Demiroren'in girdigi 10 milyon ornegi bunu niteliyor olabilir. Bilmek lazim. Neticede fon sirketi %10 faizi cebine koymayi garantilediginden zaten risk almiyor. Kulup ise verimli bir futbolcusundan ayrilmak durumunda kaliyor, bu aldigi riskin adini koymali...

Her halukarda kulubun uc isteseler bes ver seklinde gelisen sark taciri zihniyetinden para yonetimi odakli is yapan bir yonetim anlayisina evrilmesini gormek onemli. Tam da ben memleketi terk ettikten sonra, 150-160 derece donerek dogru isler yapmaya baslayan yonetim umarim borclarin odenmesi ve mali tablolarin sagligina kavusturulmasi yolunda da dogru hamleler yapar.

28 Aralık 2010 Salı

Eski Kafalıyım

Çok mu eski kafalıyım bilmiyorum... Futbolda neler oluyor artık, para her şeyin içinde, üç kuruş için topçular senelerce oynadıkları takımlardan vazgeçiyorlar, futbolun duygu / profesyonellik oranı her geçen gün küçülüyor; taraftarlar dahi başarı talepleri dolayısıyla bir nevi "profesyonel" oluyorlar; hani taraftar değil müşteri dediklerinden... Ben yine de alışamıyorum, kafam eski değil belki ama ben eski kafalıyım...

Leonardo Inter'e geldi bu hafta... Bildiğiniz Leonardo; vaktinde FIFA oynarken Milan'da ne işe yaradığını bilemediğimiz, bu formayla efsaneleşmiş, bu formayla bilinen, geçen yıl San Siro'da izlediğim ilk Milan maçında sahaya takımın başında çıkan, bütün Milanlıların sevdiği Leonardo... Aklım almıyor elbette...

Aklım almıyor ama alışmış olmam gerekirdi, doğru. Bu iki Milano takımı aralarında yaptıkları alışverişler göz önüne alınırsa hali hazırda geniş mideliler zaten. Kaldı ki, eminim unuttuklarım vardır ama, sembolleşmiş isimlerin bu iki takım arasında gezinmesi alışılmış bir şey değil.

Bunun istisnaları da var elbette. Anlaşılabilir olan durumlar... Bu sene örneğin İbra ilk kez San Siro'ya çıktığında tribünler yıkılınca yine anlayabiliyorum. Başarı isteği, dünyanın en önemli forvetlerinden biri, geçmişte ne olursa olsun inanılmaz bir transfer; elbette neticesinde gelen başarılar bunun mantıklı olduğunun ispatı.

Leonardo konusunda ise söylenecek hiç bir şey yok... Leonardo'nun sevildiğine itiraz edebilecek kimse yok.. Ancak Leonardo'nun başarılı olmadığı gerçeğini değiştirebilecek bir veri de yok. Evet kadro yetersizdi belki; yine de ligi belli bir noktaya getiren takım Inter'in şampiyonlar ligi yürüyüşüne paralel giden ligdeki düşüşünden fayalanabilirdi. Hiç bir hareket gösteremedi...
Dahası ve bana asıl bu konuyu yazdıran ise Maldini... Maldini'yi Leonardo'nun yanına getirmeyi düşünmek nasıl bir bakış açısıdır? Bu ara maç olmadığından ve maalesef Leonardo dedikoduları sezonun ilk yarısı bittikten sonra çıktığından henüz tribündeki Interlilere soramadım. Ama Leonardo + Maldini ikilisinin buraya gelmesi futbol sevgisine, taraftarlığın temel hissiyatına aykırı bir durum. Bunu iki takımı birbirinden ayırmakta, birini diğerinden daha çok sevmekte zorlanan ben söylüyorsam ortada bir problem olmalı... Düşünebiliyor musunuz Bülent Korkmaz'ın Beşiktaş'ı ya da Fenerbahçe'yi çalıştırdığını? Şifo'nun Galatasaray'ı? Ben Şifo Galatasaray'a gol attıkça Beşiktaşlı oldum. Nasıl katlanırım onu o takımın kulübesinde görmeye? Akıl alır gibi değil...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Altı Ay Sonunda Schuster

Şimdi baktım takvimlere, bu adam bizim için imza atalı altı ay olmuş... İyisiyle kötüsüyle, normal sezon seyrimizin dışında bir yerde seyrediyoruz... Bizim bildiğimiz Beşiktaş genelde Türkiye Kupası'nda yoluna devam ederdi, bu sefer Avrupa Ligi'nde yürüyor... Yapılan transferler vs. hepsi geldi geçti bakalım Beşiktaş nereye geldi bu altı ayın sonunda... Amerikan usulü olacak, pros&cons, shelbyl beğenir bunu...

Artılar:
1) Avrupa'da lig usulü gruplarda ilk defa tur atlandı. Grup maçları henüz bitmeden, takım 10 puanı toplayıp ikinci turu görmeyi başardı.

2) Deplasman derbilerinde yıllardır silik bir futbol sergileyen, mağlubiyetlerden kafasını kaldıramayan Beşiktaş Kadıköy'de topa sahip olarak, rakibini baskı altında tutarak ve iyi bir ikinci yarıdan bir puan çıkararak taraftarını memnun etti. Galatasaray deplasmanında ise yıllar sonra neredeyse pozisyon dahi vermeden üç puan aldı.

3) Takıma üst kalibre oyuncular monte edildi. Quaresma'nın ikna sürecinde ve Guti transferlerinde Schuster'in rolü olmadığını söylemek zor...

4) Gençler konusunda Toshack ve Tigana dönemlerinden bu yana en ciddi atılım yapıldı. Sahaya Cenk, Ersan, Necip ve Ali Kuçik'in ilk 11 çıktığı bir maç izledik. Bu oyuncular sahadayken Fatih Tekke, Fink, Yusuf, Zapo Hakan Arıkan gibi oyuncular kenarda yahut tribündeydi. Denizli'nin kısa mesafe koşularının aksine bir davranış biçimi olduğunu düşünüyorum. Denizliyle elbette sahaya Tekke, Fink, Yusuf, Zapo ve Hakan 11 çıkardı...

5) Gençleri oynatmak ayrı bir konu, onlardan gerçek anlamda verim almak bambaşka bir konu elbette, Schuster gençlerden çok iyi rotasyon alternatifleri de çıkardı. Sezona 5. stoper başlayan Ersan vazgeçilmez oldu, Necip her oynadığı maçta vasatın üstü performans gösterdi. Cenk son dönemdeki hatalarına rağmen önemli yol katetti. Bakın geçen sene Mustafa Sarp, Hakan Balta gibi oyunculara erindiğimiz dönemler yaşıyorduk. Şu anda, kısıtlı yerli rotasyonumuza zorunluluktan ve Schuster'in tercihlerinden dolayı soktuğumuz genç oyuncular mevcut. Yabancı kısıtlaması olan yerde en önemli adım buydu benim gözümde. Daha bunun Rıdvan Şimşek'i, kafasını toplarsa İsmail Köybaşı'sı var...

6) Takım tam kadro olduğu dönemde muazzam bir hücum performansı sergiledi. Yıllar sonra topu ayağında tutan bir Beşiktaş izledik. İçeride kaybedilen Porto maçı da dahil olmak üzere, bütün kritik maçlarda takım geçmişteki aciz günlerinden uzak göründü.

7) Tabii ki şimdiye kadarkiler kişisel fikirlerdi; ancak bunların ötesinde en kişisel noktadaki değerlendirmemde şunu söylemeliyim ki Schuster basın konusunda beni memnun etti.

8) Ferrari konusunu eksiler içerisinde bilahare değerlendireceğim. Ancak ilk dönemdeki maçlar sonrasında Ferrari sakat olmadığı sürece ilk 11 oynadı. Hoca hatasından ders almış göründü.

9) Geçen sezon yer yer Fink'in dahi gerisine düşen performansıyla bizleri korkutan Ernst takımın liderliğini Guti ile birlikte eline aldı. Yeni orta saha yapısında oyunu iki yönlü oynayarak ofansif ve defansif katkıda bulundu.

10) Hoca rakiplere önlem almamakla eleştiriliyordu, Galatasaray ve Bursaspor'a karşı oynanan oyun bundan ders aldığını gösterdi. Takım çok önemli üç maçın üçünde de inanılmaz soğukkanlı göründü. Üstelik bu maçlarda alınan dakikaların çoğunda yine sahada gençler vardı...

Eksiler:
1) Sezon başında geçen seneki takımın önemli parçalarından Fink ve Ferrari defterden silindi. Fink'in sorunsuz tavrı, Ferrari'nin liderliği geçen sene iyi geçen dönemde ve özellikle Kasım ayındaki seride takımın en önemli parçasıydı.

2) Fatih Tekke konusunda henüz ne olduğunu net anlayamadığımız büyük problemler yaşandı. Anlaşılan o ki, hocanın Tekke'yle arasında ciddi kişisel problemler söz konusu. Schuster bu konuda hiç yapıcı davranmadı, Tekke'yi takımın içine hiç yerleştirmedi. Kendi fikrimce, konuda hoca kadar Tekke de suçlu. Detayını öğrenmek gerekiyor.

3) Hoca ligde belirgin karakteristiği olan takımlara karşı önlem almadan çıktı. Bunun en önemli örneği olan Belediye mağlubiyeti takım için yıpratıcı oldu. Benzer şekilde alınan klasik Manisaspor mağlubiyeti takımın ligdeki iddiasını ciddi anlamda zayıflattı.

4) Takım ligdeki puan durumunda üzerlerindeki rakiplerinin toplam 18 puan gerisinde kaldı. Bu rakiplerle 3 deplasmana çıktı, 4 maçtan 4 puan çıkardı. 4 maçta alınacak 12 puan şöyle bir bakınca ütopik olsa da takımı lider yapmaya yetecekti. Trabzon 3 iç saha 1 deplasmandan 10 puan aldı. Her iki takım da Galatasaray'ı yendi, ancak Trabzon içerde, Beşiktaş dışarda...

5) Hoca basınla ilişkilerini mesafeli tuttu. Neticesinde basın sürekli olarak aleyhine haber üretti.

6) Erhan Güven.

7) Kondüsyoner... Bu kendi tercihi midir bilmiyorum, sanki takımın adele sebepli sakatlıklarında sakatlık yaşamadan geçen dönemin mimarı Marrone arandı...

1 Eylül 2010 Çarşamba

Robinho Milan'da

Geçen sezonu son virajda tamamen darmadağın olarak bitiren Milan'da üç güne sığan ikinci büyük transfer de sonuçlandı. Robinho uzun süredir Beşiktaş gündemini meşgul ettiyse de bugün itibariyle Milan'ın futbolcusu oldu.

Pazar günü sahaya bakan Milan taraftarının içi rahattı rahat olmasına ama takımdaki bazı eksikler göze çarpıyordu ister istemez. Bu eksikliklerin en önemlisi yedek kulübesindeki erozyondu elbette. Yaş ortalaması 35 olan bir yedek kulübesinin giden maçları çevirecek, olası sakatlıkları ve cezaları tolere edecek kapasitesi yoktu.

Ronaldinho'nun varlığı Milan için çok önemli. Nitekim bu büyük yıldız topu her ayağına aldığında karşısına sağ kanat beki, sağ kanada yakın olan orta saha oyuncusu ve kademedeki stoper geliyor. Bu şaka değil, gerçek; Ronaldinho'ya topu verdiğinizde en az bir oyuncunuzu ters kanatta ya da ceza sahasının dışında boşa çıkarıyorsunuz. Milan maçlarını dikkatli izleyenler rakiplerin saha dağılımı sürekli sağa çektiğinden Ronaldinho'nun arka direğe kestiği topların çokluğunu anımsayacaklardır.

Pato işte tam bu bağlamda Ronaldinho'dan en çok faydalanan isim, ancak kronikleşen sakatlıklarıyla birlikte kendisinden verim alındığını söylemek zor. Pato da oyunda olmadığında, Ronaldinho'nun kanadına gelen 4. savunmacıyla birlikte Milan'ın bütün savunma silahları da pasifize ediliveriyor. Geçen sene Palermo ciddi anlamda 4 savunmacıyla Ronaldinho'yu etkisiz hale getirip, San Siro'dan üç puanı alıp gitmişti... O dönemde takımın tamamı formsuz olsa da, Seedorf'un artık düşen temposu, Pirlo ve Ambrosini'nin sert pres karşısında kırılganlaşmalarıyla Ronaldinho'suz Milan'ın İbrahimoviç takviyesine rağmen Pato her sakatlandığında zorlanacağını görmek mümkündü. Robinho bu anlamda çok ciddi bir hamle. Ofansif anlamda yine rakip savunmayı meşgul edecek, arkadaşlarına bol bol boş alan yaratabilecek bir isim. Arkasında Ambrossini ve Bonera oynayacak varsayarsak, muhtemelen büyük savunma zaafı yaratacak olsa da, sağda Robinho solda Ronaldinho ve ortada İbrahimoviç'le Milan'ın artık çok tehlikeli bir ofansif gücü olduğunu söyleyebiliriz. İtalya'da özellikle iç sahadaki maçlarda geçen sene yaşanan son vuruş zaaflarını İbrahimoviç, 10 - 15 maçı pasifize geçiren Ronaldinho'nun açığını Robinho, sakatlıklarla kaçırdığı maçların hesabını da Pato kapatırsa artık şampiyonluğun ve muhtemel derbi zaferinin Milan'a daha yakın olduğunu söylemeliyiz.

Şampiyonlar Ligi hakkında konuşmak için ise henüz erken. Kadronun savunma bacağında hala kırılganlık söz konusu. Onyewu'nun takımla olan durumu henüz belirgin değil. Yeni transferlerin uyumu, Nesta'nın devamlılığı derken işler yine sarpa sarabilir. Öte yandan Boateng'in hareketlilik getireceği orta saha rotasyonu Kasım'a kadar iki kulvarın temposunu kaldırabilirse, Milan aradan geçen yıllardan sonra yeniden Mayıs ayında Şampiyonlar Ligi sahnesinde var olmayı başarabilir.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Milan 4 - 0 Lecce

Milan hazır... Pato sağ taraftan süratle kaleye iniyor, Ronaldinho arapaslarıyla adam eksiltmeleriyle takım arkadaşlarına geniş alanlar yaratıyor, goller ve pozisyonlar yaratıyor. Pirlo her topuyla en doğru adamı buluyor, Nesta, Antonini, Bonera ve Silva rakibe alan bırakmadan muazzam savunma yapıyor... En önemlisi, Inzaghi... Onu aşağıda tekrar anacağız...

Lecce önünde sezonun ilk maçına çıkan Milan için en güzel haber elbette İbrahimoviç.. Uzun zamandır beklenen büyük transfer sonunda vücut bulduğundan, Milano'da tatilden fırsat bulan 45-50 bin kişi de koşa koşa San Siro'ya geliverdi... Tabii transferin ötesindeki güzel haber ideal kadroyla çıkılan Lecce maçında Seedorf hariç bütün takımın formunun üst seviyesinde olduğunu görmek oldu.

Lecce ligin zayıf ekiplerinden biri olacak görüntü bu. Ancak Milan'ın geçen sene en zayıf rakipler karşısında dahi zaman zaman ne kadar zorlandığını hatırlarsak, bugünkü maçın önemini bir nebze daha kavrayabiliriz. Özellikle Ronaldinho ve Pato öldürücü bir form tutmuş durumdalar. Bu iki Brezilyalı'yı bu form durumlarıyla gören Benitez'in işi Mourinho kadar kolay olmayacak.

Takım bugün sahaya 4-3-3 düzeninde yayıldıysa da, Seedorf'un fiziken düşmüş görüntüsü ve onun açığını kapamak için daha geride oynamak durumunda kalan Pirlo ve Ambrossini'nin çabası sebebiyle sahada Milan'ı genelde 4-2-4 olarak gördük. Özellikle sol bekte oynayan Luca Antonini bu maçtaki performansıyla sezona hazır olduğunu gösterdi. Seedorf ve Ronaldinho'nun arkasında kalan geniş koridoru maç boyunca başarıyla savundu ve ataklara da katıldı... Nesta ve Silva da maç boyunca pek zorlanmadılar. Takım ideal kadrosuyla sahaya çıktığı bu maçta sürekli ön alanda oynamasına rağmen Lecce kontraataklarında tehlike yaşamadıysa birinci sebebi bu ikilinin uyumu, ikinci sebebi ise Bonera ve Antonini'nin yardımlaşmasıydı.

İbrahimoviç devre arasında sahaya serilen kırmızı halının üzerinde yürüdü ve Yavru Rossonero'lardan formasını aldı. Curva Sud İbrahimoviç'i gökgürültüsü gibi karşıladı dersek yanlış olmaz. Oyuncunun Inter geçmişi kimsenin umurunda değil, Milan Shevchenko'dan bu yana özlem duyduğu sansasyonel golcüsüne kavuştu. Berlusconi ve Galliani de bu sayede şovlarını yapma şansı buldular...
İnanılmaz Ronaldinho, uçan çocuk Pato'yla Milan lige ve Şampiyonlar Ligi'ne hazır görüntü verdi. Sıra Atletico Madrid karşısında 5. kupayı ıskalayan Inter'de. Yarın alınacak kötü bir skor Benitez'in takımını bugünlerin havalı çocuğu Milan'ın iyice arkasına itebilir...

En önemli noktayı atlıyordum az daha... Evet, Inzaghi... Bugün maç 3-0'ken oyuna girdi. Rakibin ofsayta düşürme çabalarını her defasında bertaraf etti. Maçın sonunda artık stadda 20 bin kişi falan kalmışken takımının 4. golünü attı... Ve evet, işte yine o sevinç... Şampiyonlar Ligi finalinde son dakikada kupa getiren değil, 3-0'ı 4-0 yapan gol... Milan tribünlerinin aşkı Pippo!

22 Ağustos 2009 Cumartesi

Aurelio'yu İstemiyorum

Beşiktaş yönetimi büyük hatalar yaptı son on üç yılda... Seba'dan tutun, Serdar Bilgili'ye, teknik direktörlerine ve tabii ki Demirören'e varana kadar çok büyük hatalara imza atıldı. Ancak, her defasında kızdıysak da, üzüldüysek de sineye çektik. Çekebilirdik, nitekim Okan Buruk'tan Mert Nobre'ye, Rüştü Reçber'den Yusuf Şimşek'e hepsinin bir kabul edilebilirliği vardı. Rüştü'yü sevmiyorum diyen kaç sporsever vardı Beşiktaş'a gelirken? Transferin futbola katkısından bahsetmiyorum, bunu ayıralım. Dünya starı da olabilir, kazma da olabilir, bitik futbolcular da olabilir, bu başka bir şey... Yusuf'u istemiyordum, Fenerbahçe'de ben bu adamı izlediğim için istemiyordum... Ama takıma katkısı olacağını da düşünmüyordum. Yanıldım, defalarca da yazdık yanıldığımızı... Öte taraftan bu adamın benim için ahlaki bir çöküntü yaratacak tarafı yoktu. Sebepsiz, anlamsız bir transfer olarak görüyordum; evet yanıldım ama artık "Profesyonel Futbol"da alıştığımızdan sineye çektim ben de... Şimdi hayranım Yusuf'a, doğruya doğru bu...

Fakat kabul edilemezler var... Olmazsa olmazlar... Beşiktaş formasını Serhat Akın giyemez, giymemeli... Tümer Metin Şampiyonlar Ligi şampiyonu da yapacaksa Beşiktaş'ı istemiyorum ben. Sabri Sarıoğlu evrim geçirip, Messi'ye dönüşse istemem ben onu. Bu adamların ne işi var Beşiktaş'ta değil mi?

Aurelio da benim için budur. Ben üzerine siyahlı beyazlı formayı geçirip, sahaya çıktığı her saniyede gözümün önüne Ali Koç'u, boyalı basını, Aziz Yıldırım'ı, otopark kabadayılarını getirecek adamı istemiyorum. İstemiyorum kardeşim, orta sahada iki yönlü oynayacakmış; lanet olsun onun iki yönüne de, oynatın Necip'i; sanki şampiyon olunca başımız göğe mi erdi? Orta sahadaki ekstra Türk alternatif, Beşiktaş'ı Şampiyonlar Ligi şampiyonu mu yapacak? İstemiyorum, iki-üç tane dal kaldı tutunacak; onları da koparıp atmayın Beşiktaş'tan...

Beşiktaş'a transfer edileceğine inanmıyorum... Muhtemelen Galatasaray -ki bence ihtiyaçları da var- daha pozitif davranıp alacaktır Aurelio'yu... Hani olur da, aksi olursa bu yazı bir kenarda dursun... Benim tribünümün bu adamı kabulleneceğine inanmıyorum, o da ayrı konu. Ha oldu kabullendi, artık bize Kapalı'yı karşı taraftan izlemek düşer o zaman... Gürültü manasızlaşır, tatsızlaşır, her gün bir kaybedilen o gün bin kaybedilir; başka türlü bir Beşiktaşlıya dönüşürüz o durumda...


20 Ağustos 2009 Perşembe

Kaş Dönüyor...

Kulübün kenarında köşesinde Sinan Engin olmadığına göre, bence Kaş'ın dönüşü olumludur... Türk rotasyonundaki zorluklara, kart cezalarına panzehir olacaktır... Yedekliği düşünülemez bir adam olmaması da önemli; nitekim ilk onbir çıkacağı maç sayısı Toraman'ın formuna göre 15'i geçmeyebilir...

Benim en çok hoşuma giden ise, sağ bekte de kullanıldığında etkili savunma yapabilecek iki stopere kavuşmamız... İsmail'in solda tam bir hücumbek oynamasının yolunu açacak hamleler bunlar...

Not: Kabullenme sürecini hızlandırmak için en sempatik resmini bulup koydum adamın :)

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Emek Kokan Pankartlar

Bir iki yıldır, isimlerini öğrenemediğim arkadaşların muhteşem, emek dolu pankartlarını hayranlıkla izliyorum. Muhtemelen Forza'da konuşuluyordur, ama üyeliğimi iki sene önce sildikten sonra bir türlü kabul etmediklerinden oradan takip edemedim.

Semtin içinde turlarken de insanı gülümseten bir sürü pankart vardı şampiyonluk sonrasında, hatta tam olarak Şair Nedim'in Nüzhetiye Caddesi'ne dönüştüğü noktada ard arda sıralıydılar. Aynı şekilde Beyoğlu'nda Küçük Beyoğlu'na doğru giderken yine bir sürüsü sıra sıra diziliydi arka arkaya. Helal olsun demek lazım, ozalitlerden çıktığı belli bez parçalarına on basan bir hava yüklüyorlar tribüne... Hele bu sene Şampiyonlar Ligi maçlarından önce iyice forma girmelerini bekliyorum...

Bu maça damga vuran pankartları yukarıda... En masum katil ve 17 Ağustos... Devamı da gelecektir...
Şairler Parkı'nın yine büyük emek döktüğü şahane pankartı da tam bizim koltukların orada, sanki bizim yokluğumuzu hissettirmemek için konulmuştu oraya... Güne de ayrı bir anlam katıyordu tabii; "Yokluğun Cehennemin Öbür Adıdır"...

18 Ağustos 2009 Salı

Alışkanlıklar

Beşiktaş 3. resmi maçını yaptı bugün. Bu maçların sadece birini canlı izleyebildim. Dolayısıyla, takıma hala edindiğim fikirleri teyit edecek kadar hakim olamayacağımı düşünüyorum. TV başında anlayabildiklerimi yazayım...

Bir kere Beşiktaş'ın 4-3-3 oynadığını kaleci vuruşundaki dizilişi ya da santradaki dizilişi görmeden söylemek mümkün. Nedeni basit, gerideki dörtlü, önündeki üçlü ve özellikle de en öndeki üçlü tamamen kopuk oynuyor. Normal bir maçta enerjisinin %30-%40'ını defansif olarak harcayan Nobre, sık sık kanat savunmasında gördüğümüz Holosko bile tamamen kendilerini ileri üçlünün görünmez sınırlarına kilitliyorlar. Bu dizilişe yapılan ilk ihanet budur. Nitekim 4-3-3 kendi dinamikleri gereği oyunu daha kısa bir alanda oynama zorunluluğu getirir ve oynatır da... Şu an bu aşamada değiliz.

Savunma tarafında Beşiktaş'ın derdi yok. Olabilecek tek derdi kart bağımlısı Toraman ve Sivok ikilisinin aynı anda takımda olmaması olabilir. Bunun dışında, Beşiktaş'ın yıllar sonra savunmada kaliteli alternatifleri var. Sol bekte olsun, sağ bekte olsun farklı senaryolara göre dörtlü bir blok kurabiliyorsunuz. Ha bu alternatiflerden biri eğer Ali Zitouni'den korkup İsmail'i kesmekse ben işte orada yokum. İsmail Antalyaspor'a karşı oynamayacaksa kime karşı oynayacak? Ya da Maicon'un domine edeceği sağ kanadın karşısına bu adamı Şampiyonlar Ligi'nde hangi tecrübeyle oynatacaksınız? Eğer oynatmayacaksak, zaten problemimiz daha büyük demektir...

Savunmanın hücuma katkısına baktığımızda ise Erhan'ın uzun pas trafikleri sonunda kanat bindirmesini ve Üzülmez'in Yalçın'dan kafa yediği pozisyondaki çıkışını görüyoruz. Fazlasının olmaması bugün oynadığımız dizilişin inkarıdır. Sanırım bu durumun müsebbibi Fatih Ceylan ve Ali Zitouni'ye karşı alınmış defansif rollerdi. Hatta ilk yarıdaki bir pozisyonda soldan Fink'in İbrahim'e uzun uzun bakışını ve İbrahim'in ileri çıkmaması sonucunda da vazgeçip ortaya dönüşünü görünce Denizli'nin iki bekini de sıkı sıkı tembihlediğini düşünmeye başladım. Neticede, eğer kanat oyuncularınıza 4-3-3 dizilişinde %100 defansif roller biçtiyseniz, maça zaten hücumdan %20 kaybederek başlıyorsunuz...

Orta sahada Fink ve Ernst savunmadan üstte bahsettiğimiz çıkışlar olmayınca, yanlarındaki Tello 60 dakika boyunca savunmadan aldığı ilk topları ısrarla olumsuz kullanınca, hatta ayağından doğrudan rakibe verince standart performanslarıyla oynamalarına rağmen tüm TV programlarında kaçınılmaz şekilde "Düz Oyuncu" olarak nitelendirilmeye başladılar bile... Hatta Rıdvan Dilmen Ernst'i hayatında ilk defa gören bir insanmışçasına yorumlar yaparak bizi şaşırttığı günlerden Bobo'yu naylon olarak nitelendirip, Arsenal'in hücum gücünü zayıf bulduğu günlere, yani özüne dönüş sinyalleri verdi... Oysa ilk yarıda Fink'in kılpayı ofsayta düştüğü pozisyondaki ver kaçını hatırlarsak, ya da Ernst'in top ayağında beklediği ve her defasında kalitesi doğrultusunda en doğru yere kullandığı pasları düşünürsek, bu takımın bir oyun standardına ulaşmak için bu iki adamda sonuna kadar ısrarcı olması gerektiğini görüyoruz... Oyuna sadece Ernst'le başlamış bir Beşiktaş, örneğin Uğur'un daha önce şahit olduğumuz ilk 11 performansıyla ya da Yusuf'un maç başı performansıyla oyunun kontrolünü tamamen Antalyaspor'a bırakabilirdi. Bunu engelleyen faktör orta sahadaki direncin tıpkı savunmadaki gibi üst düzeyde ve rakipten gömlek gömlek üstün olmasıydı.

Tello'ya ayrı bir paragraf açmalı. 60 dakika sadece top kaybederek, yanlış tercihler yaparak saç baş yoldurduğu maçta müthiş son 30 dakika performansıyla Türk Tipi 10 numara mertebesine yükseldiğini artık kanıtladı. Artık rahatça üç maç yatıp, iki maç oynayarak orta sahadaki rolünü devam ettirebilir. Geyiği bir yana bırakırsak, Tello ikinci yarının sonundaki performansıyla ve oyun karakteriyle aslında 4-4-2'nin solunda ne kadar etkili olacağını bir kez daha gösterdi. Orta sahadan rakip kaleye çekilecek düz bir çizgi üzerinde çok iyi dripling yapan Tello daha önce de üstlendiği kanat oyuncusu rolünde de son derece iyi olacaktır, eminim...

Forvette Nihat her gün bir adım ileri gidiyor. Yeterli mi? Tabii ki değil... Eminim benim gibi pek çoğunuz Holosko'ya çıkardığı golle sonuçlanan pozisyonda şut kullanacağını düşünmüşsünüzdür. İşte Nihat'ın en büyük derdi "geri gelen yıldız" olarak kendini yeniden ispat çabası olacak. Bu problemi aştığında, fizik problemlerini aşmasından çok daha fazla yol kat etmiş bir Nihat olacak elbette...

Nobre de Bobo da bugün çok kötülerdi. Bobo solda da ortada da kötüydü, Nobre de oynadığı bölümde alıştığımızın aksine son derece hareketsizdi. Bunların hepsi takımın dizilişine ihanet elbette. Nobre ortada hareketsiz, Bobo solda laf olsun diye oynuyor, Nihat sağda kendini ispat çabasında derken rakip ceza sahası önüne kadar rahat gelen Beşiktaş tam etkili olacağı bölgede bütün etkinliğini kaybediveriyor. Bu durum da ister istemez bir Sergen, bir Yusuf, bir Delgado ve bugün olduğu gibi bir Tello isteği uyandırıyor herkeste... O yüzden 10 numara konuşulup duruyor. Oysa, sıkıntının 10 numara olmadığı o kadar açık ki! Fizik olarak yetersizseniz, mental olarak güçsüz ve odaksızsanız arkanızda 10 numara olarak kim olursa olsun, hatta hadi Deco olsun verimli olamazsınız.

Beşiktaş alışkanlıklarını kırmak zorunda. Sisteminin tıkandığı anda Nobre'ye top şişirmeye başlayan, 10 numaranın çıkıp, mucizelere imza atarak maç kazandırmasına ümit bağlayan bir takım olamazsınız, olmamalısınız. Sergen'in kötü oynadığı ve kariyerinin belki de %70'ini oluşturan maçları hatırlayın, nasıl çekilmez maçlar olduklarını düşünün. Bugün tanımlanan en iyi 10 numara Sergen'den daha iyi mi olacak? Ya da Alex gibi inanılmaz bir istatistik canavarının takımınızda olmasını gerçekten isteyip istemediğinizi düşünün. "Biz futbol oynamayı beceremedik, kurtar bizi 10 numara" mantığından kurtulmak için çok kritik bir eşikteyiz. Takımın kondüsyonu bu maçta olduğu gibi yükselmeye devam ettikçe, Bobo ve Nihat mental problemlerini aştıkça ve sakatlar iyileştikçe daha iyi olacağız. Israrcı olacağımız şey futbol oynamak olsun, bu yeter.

16 Ağustos 2009 Pazar

Bitmeyen Hazırlık Maçları...

Beşiktaş'ın bu sene için en büyük derdi bu... Cezanın en büyük yan etkisi konsantrasyon problemi zaten... Boş tribünlere üç maç, Olimpiyatta 2 maç, içeride seyircisiz bir maç ve sezona ısınmak için gecikmeye başlamış Beşiktaş... Pazartesi akşamı Del Bosque başlangıcı yapmamak için çok önemli...

13 Ağustos 2009 Perşembe

Burak Yılmaz

Son yıllarda yaşadığım en büyük iki hayal kırıklığından biri... Sebebi 20 sene önceden gelme... Çocuk yaşlarımız ama Beşiktaş kalbe nakşolmuş artık, üç kanallı TV'de, ya da herhangi bir yazılı basında Beşiktaş görünce kulaklarımız keskinleşiyor, gözlerimiz kısılıyor ve anlamaya çalışıyoruz... O yıllarda ikinci lig daha havalı tabii... İkinci Lig'de şampiyon takım neredeyse Birinci Lig'deki kadar parlıyor. Şimdiki Bank Asya 1. Lig'in daha takip edileni var, nasıl oluyorsa o enformasyon azlığında... Orada 87-88 sezonunu gol kralı bitiren yıldızın takımı Kahramanmaraşspor Birinci Lig'e yükseliyor ve herkes Scifo'ya benzetilen bu efsane futbolcuyu konuşuyor... Sonra o çocuk Seba'nın çabasıyla Beşiktaşlı oluyor...

Aradan 18 sene geçiyor. Bu defa Antalyaspor Süper Lig'e yükselirken konuşulan tek adam var, Burak Yılmaz... Üstelik babasının Beşiktaş geçmişi, anlatılanlar... Her şey Şifo'yu işaret ediyor... İlk Antep maçı herkesin kafasına kazılı, "evet bu sefer oldu" diyoruz hepimiz... Tabii ki nafile bir heyecan bu. Olmuyor, bir türlü olmuyor... Her gün daha kötüye gidiyor... Ben hep çocuğa kabahat buluyorum, kimisi Beşiktaş'ı suçluyor... Ne olduysa oldu, kaybettik; hem biz hem de Burak...

Burak'ın bu konuda ders almadığı çok belli zaten. Karşı yakada da tutunacak dal bulamadı... Biz ders aldık mı? Beşiktaş ders aldı mı? Taraftar'ın hatası var mıydı? Kendi adıma konuşayım, ben mesela bir yerden sonra kendimi kaybedip, her top kaybında söylenmeye başladıysam hatalı değil miyim? Biz ders aldık mı? Bir ara bunu konuşmak lazım... Bir sürü futbolcuya her hatasında söylenen bir grup var, başında gelenlerdenim; bu alışkanlık bu tribünün en büyük problemlerinden değil midir...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Federasyona tescil edilen 2 no'lu forma...

Bu formadan haberiniz var mıydı? En güzel beyaz forma olmasa da, beyaz forma siyah şort ikilisi...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Terlik Davasının Ortasında...

Şampiyonlukla biten sezonun startını terlik savaşı vermişti geçen sene... Fotoğraf resmi siteden, kurallarla ilgili olarak eğitim almış futbolcularımız... Terlik savaşının iki mağlubu ve aralarındaki terlikli adam Rüştü... İronik...

Belediye maçına da Özkalfa'yı vermiş federasyon... Sarı yine delirtmese tribünü...

Bir de yine fotoğraf... Toraman kilo mu almış, ne?

30 Temmuz 2009 Perşembe

Besiktas 0 - 0 Porto

Postlari bu ara telefondan mail yoluyla atiyorum. O yuzden format ve
Turkce Karakter problemlerini mazur gorun...

Televizyondan ne kadar fikir edinilirse, o kadar edindim... Once bunu
soylemeli...

Bu macin buyuk bolumunde Besiktas rakibinden daha iyi oynadi. Ya da
aktif alanda, etkili alanda topa daha fazla sahip oldu diyelim. Bu
daha dogru olur. Beklerimizi bu mac daha cok begendim. Erhan ilk maca
gore cok daha iyiydi. Ofansif gorevlerini de daha iyi yapti.
Arkasindan pozisyonlar buldularsa da iki defa ters kademede kritik
mudahelesi oldu. Iyi bir alternatif oldugu acik.

Ismail bugun daha kendindeydi. Onunde oynayan ekibin de bunda katkisi
buyuk. Serdar defansif olarak alan daraltmalara daha yardimci goruntu
cizince Ismail zaman zaman kendini gosterme sansi buldu. Simdilik
gencliginin ve tecrubesizliginin disinda bir problem yok.

Sivok Ferrari'yi beraber konusmak lazim. Sivok'un bu ikilinin
dengeleyici unsuru olacagi belliydi. Ayakta duran, oyunu geriden
baslatan, fizik mucadelede ise ikinci planda olan Sivok olacak. Sivok
bu baglamda bildigimiz Sivok. Yine mukemmele yakin oynadi. Bildik
sekilde bire birde etkisiz oldugu anlar oldu. Ferrari ise kendinden
beklenen fizik guc ustunlugunu sahaya henuz koyamadi. Ozellikle ikili
mucadelelerde gucsuz kaldigi anlar oldu. Hazir olmadigi ortada.
Sivok'a alisamadigi da ortada. Alistigi zaman uzerine uzun uzun
konusacagiz.

Orta sahamiz tek kelimeyle rakip orta sahadan ustundu. Bunu soylerken
gurur duyuyorum. Nitekim bu orta saha belki en ust duzey oyunculardan
kurulu degil, ancak o kadar dogru isler yapiyorlar ki, iki Alman'in
yaninda Ugur da olsa Tello da olsa Serdar da yaklassa yardimlasma ve
basit oyunla hayatimda siyah beyazda hic gormedigim kalitede orta saha
futbolu oynuyorlar. En dogru sekliyle soylemek gerekirse, bireysel
olarak 10 uzerinden 6-7 verebilecegimiz bu adamlar bu sinerjiyle 8
duzeyinde futbol verimi yakaliyorlar. Bu gercekten heyecan verici...
Fink'e bir kac kelime yazmak istiyorum fakat acele etmemeliyim; bu
adam icin de ilerleyen gunlerde Ernst icin soyledigimiz "bu adami
nasil alabildik biz" cumlesi sikca duyulabilir.

En guvendigimiz bolge olan hucum hattimiz ise maalesef halen daginik.
Alternatif bollugu muhtemelen problem de yaratacak. Zaten
oyuncularimizin rotasyonda verimli olduklarini soylemek imkansiz.
Bunun uzerine sezon basi zaaflari da eklenince cekilmez bir forvet
hattimiz oldugunu soylemeliyiz. Buranin ilaci Nihat-Nobre-Digerleri
olacak gibi... Mac boyu topu olumlu kullanan orta saha ve defans
oyuncularinin aksine forvet hattimiz, belki biraz da oyunu tutabilme
gayretiyle fazla haksizlik etmeyelim, etkileyici bir oyun oynamadi...

Genel bir tablo cizersek en olumlu goruntu bu macta orta saha,
yardimlasma, fizik guc ve oyun kalitesi olarak Porto'nun altinda
kalmamamiz, aksine kimi zaman onlardan daha iyi futbol oynamamiz
olarak sunulabilir.

Yardimlasmayi biraz acmak lazim, takim kesinlikle sadece defansif
olarak degil, ofansif olarak da alan daraltti, yakin oynadi, oyunu
ileri tasimak icin kisa paslar yapti. Porto gibi bir takima karsi
oyunu baska turlu dengeleyemezsiniz. Hele ki bu oyunda cok buyuk onem
tasiyan beklerinizin ilk defa bu standartta takimlara karsi oynadigini
dusunursek, neden bu kadar olumlu baktigimiz daha net anlasilacaktir.

Olumsuzluklar da gayet net. Korner kullanamiyoruz. Korner
karsilayamiyoruz, ceza sahasi cevresinde az once bahsettigim Ferrari-
Sivok ikilisinin zaaflari nedeniyle cok faul yapiyoruz. Bunlar Avrupa
sahasinda direk cezasi kesilecek konular. Kornerleri biraz etkin
kullanabilsek on taneden az korner atmadigimiz su maca bir gol
sikistirabilirdik.

Pazar gunu izleyecegimiz Besiktas bize biraz daha derin analiz firsati
verecektir. Simdilik isler fena gitmiyor...

26 Temmuz 2009 Pazar

Lyon - Besiktas Maci Sonrasi...

Mac 1-1 bitti. 2-1, 3-1 kaybedebilirdik; ayni sekilde kazanabilirdik
de... Macin iddia duzeyi sebebiyle skor onemsiz bir detay.

Ben bu mactan sonra Fink diyorum baska bir sey demiyorum. Bu adami
hemen canli izlemek lazim. Topun oldugu her yere gitti, cok begendim.
Orta uclude Hamit ayarinda bir oyuncumuz ya da Hamit'in ta kendisi
olsa sanirim Sampiyonlar Ligi'nde bile is yapacak bir orta sahamiz
olacak. Ernst'le Fink tas gibi, mukemmel bir goruntu cizdiler. Dumduz,
fizikli futbolcu gibi de degil, Ernst'e gore daha esnek bir oyuncu
izlenimi verdi. Uc dort mac canli izlemek lazim.

Ferrari-Sivok ikilisinin eksik olan hareketliligi Toraman'la
doldurulabilir. Erhan da sag bekte iyiydi, bence stoper alternatifi
olma ihtimali dusuk.

Nobre girene kadar orta sahamiz saglam, hucum oyuncularimiz ise gucsuz
ve silik bir goruntu cizdi. Nobre girince ofansif oyunumuz renklendi,
gerideki oyuncularimiz ileri cikma sansi buldu. TV'den anladigim
kadariyla Yusuf ve Serdar da İsmail'in cikislarini kesen faktorler
oldular maalesef. Cok top kaybi yaptilar. Golu de Tello'nun kaybettii
toptan yedik.

Bobo ve Holosko hic bir oyun karakteri sergileyemedi. Holosko adamim
oldugundan kiymadim ona ama Bobo akilli olsun! (Bu konuda
subjektifim). Nihat'in katkisi Bobo'nun silikliginde buyuk onem
kazanabilir.

Orta sahada Ekrem alternatifine sahibiz ve bu beni mutlu ediyor. Bu
aksam gozumde onu da canlandirabildim. Tello'yu da burada
kullanabiliriz. Lig icin ikisi de fazlasiyla yeterli, ancak
Sampiyonlar Ligi icin benim kanaatimce on numaraya degil, Hamit tarzi
bir oyuncuya ihtiyacimiz var. O bolgede bir standardimiz oldugu dogru
ancak bu standardimizi artirmak icin buyuk paralar harcamaliyiz.
Gerekli oldugu tartisilir... Bence degmez...

Neticede ucuncu kupaya yakin goruyorum Besiktasi. Lig icin Galatasaray
cok hazirliksiz, savunmasi zayif ve Fenerbahce ise fena halde sen
sakrak (basin oyle diyor!). Burada yarisi yonlendiren olabiliriz.
Sampiyonlar Ligi'nde su standardimizla kura sansina ihtiyacimiz var.
İyi bir kurayla neden olmasin?

26 Haziran 2009 Cuma

Bir haftada kazanılan...


Yaklaşık bir yıl önce, üstteki fotoğrafı koyup altına mucize yazmıştık... Hayatım boyunca sevindiğim her golü üst üste koyuyorum, hiç biri bu gol kadar etmiyor... Benim için, Beşiktaşlı için çok kıymetlidir Nihat Kahveci... Öğrendik ki geri gelmiş, hoş gelmiş...

Takımda geçirdiği senenin çarpanını kullanıp elde ettikleri pazubantla övünenlere inat, Beşiktaş kaptanını bulmuştur...

Gökhan Zan'a uğurlar olsun... İlk omuz sakatlığından sonra her gün geriye gitti... Belki yeniden ileri yürümeye başlar... Samimi şekilde onun için üç ay önce şunu yazmıştık:

"Gökhan Zan daha faydalı olacağı bir takıma gitsin istiyorum... Her gün daha fazla... Gönül ister ki, Gökhan Zan iyileşsin, şampiyonluğu görsün ve gitsin Beşiktaş'tan... Çünkü Gökhan Zan'ın yedekliği de problem, oynaması da."

İstediğimiz her şey harfiyen gerçek olmuş... Arada yaratılan bir yönetim skandalı söz konusu, o ayrı bir nokta, uzun zamandır anlattıklarımızdan farklı değil... Jessie'nin dediği gibi, kanıksamaya başladık sanırım...

Beşiktaş için büyük problemdi Gökhan Zan... Beşiktaş'ı şampiyonluk potasına sokan gönüllerin tandemini haftalarca bozdu, sakat olmadığı sürece ilk 11 çıktı. Neden çıktığı malum, kaybedilemeyecek kadar değerli, oynatılamayacak kadar da tehlikeliydi. Rotasyonda, yerli de olmasının etkisiyle önemi büyüktü... Problemdi, nitekim maç başına anlaşmalıydı. Ertuğrul Sağlam'ın ipini bu anlaşması çekti... Oynatmak zorunda kaldı, oynattıkça battı. Bu konuda geçen sene yazdıklarımız da sözlükte şuradan okunabilir.

İşin özeti, Beşiktaş ideal yedeğini kaybetti. Ama bu yedek, yedek olduğunun farkında değildi! O yüzden büyük problemdi zaten... Benim aklımdaki 4. alternatif tanem kombinasyonuna kadar Gökhan Zan'ın adı gelmiyordu. Öte yandan, "Milli" stoperin bugün kendisine sorsak, kendini Terry'den daha önde görüyordur, biliyoruz bu ego problemini...

Bir de olayın saha içi boyutu var... O oynarken Bobo'dan seken uzun topları izledik haftalarca. Gittiğine üzülen arkadaşlar, İnönü'deki maçlarda Ernst dibine kadar geldikten sonra top isterken Bobo'ya giden topları, ve o giden topun arkasından kollarını iki tarafa açan Ernst'i hatırlasınlar... Buna benzer sahneleri bugün Brezilya Milli Takımı'nda yarı final maçında sahaya yedekten giren Kleberson ile de yaşamıştık.

Fenerbahçe maçlarını, Metalist maçını, duran top fiyaskolarını geçiyorum, nitekim bireysel hataları Toraman da yapıyor. Gökhan Zan'la birlikte takımın savunma bacağındaki kolektif futbol prangası da gitmiştir. Önemli olan da oraya, oradaki arızaya yatırım yapabilmek... Toraman gelişim gösteriyor, evet ama yetmez. Yetmemeli de. İlla yabancıya gideceksek artık (İsmail ve Rıdvan hamleleri tutarsa bu yüzden önemli) Papa Gueye bir şekilde alınmalı. Benim gözümde kalan canlı performansı Joe Satriani ayarında bu adamın!

Beşiktaş ileri hamleler yaptı, yanlış bir üslupla kangreninden de kurtuldu. Hazırlık maçlarını dahi izleyeceğiz bu sene görüntü o...

14 Haziran 2009 Pazar

Neden Beşiktaş?

Beşiktaşlı oluşum 1985-1986 sezonu sonundaki bir olaya dayanır... Üstelik o sezon kazanılan şampiyonluk, bugünkü halime gelişimde sadece figürandır...

Çok küçüğüz tabii o günlerde; ama bütün sülale Beşiktaşlı olunca, dört buçuk yaşındaki halimle bile Beşiktaş deyince heyecanlanmalar, kalp çarpıntıları başlar olmuş... Ondan olsa gerek, altı yaşımdan öncesine dair hatırladığım iki üç şeyden biri Beşiktaşlılığımı kor ateşe çeviren o güne ait bir sahne...

O yıllar bu günler gibi değil, her şeye her yerde ulaşılamıyor. Ondandır ki, şampiyonluğu taçlandırmak için balkona bayrak asılacaksa, gidip bulup, para bastırıp almak lazım. İki ablam var, o zaman 11 ve 14 yaşlarındalar. Ne yapsınlar, bayrağı bulsalar da para yok, ama yine de o bayrak lazım... Onu asmamız lazım... Ne yapıp edip, bir şekilde bir parça siyah bir parça beyaz kumaş bulup, anneme diktiriyorlar. O bayrak hayatımda gördüğüm en güzel Beşiktaş bayrağı benim için; o gün de öyleydi, bugün de...

O dünya güzeli bayrak asılıveriyor balkona... Aradan geçen gün bir bilemedin iki... O sülaleden nasıl olduysa Fenerli çıkmış kuzenim geliyor, balkonda bayrağı görüyor, yüzünü şekilden şekle sokup yorumunu yapıyor hemen: "Bu ne böyle, kendiniz mi yaptınız? Ne biçim bayrak bu, hiç güzel de değil zaten!"

Ufacık halimle ateşe dönüşüveriyorum... Haddini bildirmek istiyorum ama bir yandan da, içimden gelen bir ses bırak uğraşma diyor; üstelik 4 yaşındayken yaptırıyor bunu bana... Ablamlara bakıyorum, onlarda da aynı duruşu görüyorum... O dakika benim için Fenerbahçe "kibir" sözcüğünün karşılığına dönüşüyor. Kendi kibirine tapanların, güce tapanların simgesi oluyor Fenerbahçe... Sonra sonra piç edilen Beşiktaşlılık duruşu da benim için şampiyonluğu kutladığımız o günü zehirlemeye çalışan Fenerli kuzenime karşı büründüğümüz ruh halini anlatıyor... Derinden, içeriden bir yerlerden duyulan gururla başlayan o ruh hali... Televizyonda görünen ama o yaşta başkan kavramını anlayamamış olduğumdan kafamda bir yere koyamadığım, ancak nasıl oluyorsa Beşiktaş'la özdeşleştirdiğim meşhur bıyıklı adamda da mevcut olan o havadır işte Beşiktaşlılık...

Sonraki senelerde başkan kavramının Ali Tanrıyar'da ve soyunma odasındaki şampiyonluk kutlamasında vücut bulmasıyla Galatasaray'a da yaftayı yapıştırıyor zihnim...

Ondandır ki, katılmıyorum malum şarkının sözlerine... Çünkü iddianın aksine, sanırım Beşiktaşlı doğulsa da doğulmasa da Beşiktaşlı olduruyor bu dünya adamı... Sebep? Son on günde dönen dolaba ve pek tabii ki kibire tapınanlara bakınca anlatmaya gerek var mı?

11 Haziran 2009 Perşembe

Vergi kaçakçısı Kayserispor ve Mehmet Topuz...

Sözleşmenin detayları Medyaspor'da... Bu yazıya tıklayıp, ulaşabilirsiniz... Medyaspor başka bir işle uğraşırken büyük bir başarıya imza atıp, Kayserispor'un ve pek tabii ki Mehmet Topuz'un vergi kaçakçısı olduğunu ortaya çıkardı...

Çok şükür, bu vergi konusunda başımız dik. Beşiktaş JK, halka açıldığı günden beri bütün sözleşmelerini şeffaf şekilde yapmak zorunda. Hatta fazla fazla para dağıttığından haddinden fazla vergi ödediğini söyleyebiliriz. Vergi kaçakçılığı denen şerefsiz ve onursuz davranıştan uzak bir kulübümüz var.

Öte yanda da diğer kulüpler var. Futbolcu giderlerini halka açmayan kulüpler bunlar. Hepsi bir şekilde futbolcularına verdikleri paraları açıklamaktan imtina eden ve "kurumsal" olduklarını iddia eden kulüpler bunlar. Bu rakamların açıklanmama sebebi vergi kaçakçılığı suçlamalarından uzakta kalmaktır. Nitekim bu kulüplerin hemen hepsi ve işbirlikçileri futbolcular vergi kaçırmaktadırlar...

Kayserispor'un konusu farklı. Biliyorsunuz, Recep Mamur - ki kendisi Kayserispor'un başkanıdır - ve Süleyman Hurma - ki kendisinin Kayserispor'da imza yetkisi vardır - Mehmet Topuz'a 3 Milyon TL'den fazla para ödediklerini Telegol programında açıkladılar. Bunun anlamı şudur, bu miktarda geliri olan bir şahıs en üst düzeyde gelir vergisi dilimindedir ve gelirlerinden %35 oranında gelir vergisi Kulüp tarafından stopaj olarak kesilip, vergi otoritesine ödenir. Yani ederi 1 Milyon 50 bin TL'dir. Bu paranın tamamı vergidir!! Maaşlı çalışan sen ben gibi adamlar çatır çatır vergimizi öderiz. Üstelik şu kadar milyon kazanmadan. Üstelik bizlerin bile sene sonuna doğru vergi dilimi %35'e ulaşır. Yani Topuz hak ettiği paradan ne kadar vergi ödemeliyse, biz de hak ettiğimize oranla o kadar öderiz...

Oysa Kayserispor sözleşmeyi Medyaspor'da da göreceğiniz üzere 300 Bin TL'den hazırlamış... Bağıra bağıra beyan ettikleri 3 Milyonlar sözleşmede görünmüyor! Hatta Topuz'un bir beyanı var, "Kayserispor'dan alacağım var" diye. Hurma yalanladı, "ispatlasın" dedi... İspatlayamaz tabii, sözleşmedeki para bağlayıcıdır, sana verilen sözü nasıl ispatlarsın?

Bu 300 Bin TL'lik beyanla birlikte Kayserispor'un Mehmet Topuz adına ödediği vergi yaklaşık 90 Bin TL'dir... Kısacası, damga vergisini de katarsak yaklaşık 1 Milyon TL vergi kaçırılmıştır ve bu Pazar gecesi televizyonlardan bas bas bağırılarak beyan edilmiştir. Türkiye'de namuslu vergi müfettişleri vardır ve mutlaka bunu dikkate alırlar. Ben kendi adıma ihbarımı resmi yoldan yapacağım. Bakalım süper dürüst, tarafsız basınımız bu konu hakkında bir yorumda bulunacak mı...

9 Haziran 2009 Salı

Mehmet Topuz'un Bonservisi Fenerbahçe'de!

Bonservis, yani iyi hizmet... Bugün bizim referans belgeleri olarak kullandığımız şeye tekabül ediyor...

Futbolda konu farklı. Özellikle Bosman sonrası yaşanan süreçte futbolcu hakları ön plana çıktı. Dolayısıyla bugün herkesin bildiği gibi bonservisin bir takıma futbolcudan bağımsız satılması söz konusu olamaz!

Oysa bakın koca NTV Spor bile en cahil yorumculara taş çıkarırcasına ne yazmış!!!
Futbolcunun bonservis haklarını futbolcunun imzasını sözleşmenize kondurmadan resmen alamazsınız. Bunu en iyi bilen medya kurumları bile böyle haberler yapıyorlarsa tarafsızlıklarını tartışmak ahmaklıktır.

Öte yandan, Kayserispor tarafından gelen haberler pek hoş değil. İçeriden gelen en önemli bilgi şundan ibaret: "Fenerbahçe vazgeçmedikçe, bonservisini Beşiktaş'a veremeyiz." Bunun iki türlü anlamı olabilir:

1) Kayserispor öyle bir protokol imzalamıştır ki, Topuz'un fikirleri Kayserispor'u bağlamaz. Topuz imza atmasa bile bu kulüp o parayı alacaktır.

2) Kayserispor şu anda Fenerbahçe'nin oyuncağıdır. Aziz Yıldırım 2004 yılında Türk futbolunu nasıl tepeden aşağı salladıysa, aynı şekilde sallamaktadır... Tehdit midir, vaat midir bilemem. Aziz Yıldırım Kayserispor kulübünü parmağında oynatmaktadır.

Onun ötesinde gelen son bilgi de Menajerlerin çok net şekilde tehdit edildiği yönünde. Bu zaten herkesin tahmin ettiği bir şeydi, ancak net bir şekilde Kayserispor'dan da bu bilgi geldiğine göre artık bu konuda da şüphemiz kalmadı.

Buradan sonra benim tahminimce %60-70 ihtimalle Mehmet Topuz kafasında "Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak" yazılı şapkayla Fenerbahçe'ye Aziz Yıldırım'ın malum pozları eşliğinde imza atacaktır. Şu gelinen aşama Türk Futbolu açısından bir lekedir. Üstelik Pazar akşamı Demirören kulüple görüştükten sonra Mehmet Topuz'un yanına uçtuğunu ispatladıktan sonra bu durum Türk Futbolu adına kara deliktir. Bundan sonra neler olacağını hep beraber göreceğiz. Aziz Yıldırım'ın mafya tavırlarına tav olan güce tapar Fenerbahçelilerin dışında kalan gerçek Fenerbahçelilerin Mehmet Topuz konusundaki tavrı ise ayrı bir merak konusu...

Olur da Mehmet Topuz Fenerbahçe'ye imza atmaz ve sene sonunda Beşiktaş'a imzasını atarsa, evet o günü ayrıca konuşmamız lazım. O günü planlayıp, programlamamız lazım ki bir şeyler yazabilelim...