3 Şubat 2009 Salı

Nobre, Nobre Nobre...

Bu tezahüratı hiç sevmedim ama daha iyisi yapılana kadar en iyisi bu işte... Sanki biraz geçiştirmelik... Zamanında daha iyisini karşı tarafın tribünleri yazmıştı bu adam için... O yüzden bir garip zaten... Bobo, Delgado ya da Tello'ya atfedilen tezahüratların yanında epey düşük profilde ve coşkusuz...

Konu tezahürat değil, şimdilik... Konunun başı yukarıdaki resim... Bu resim Nobre sevgimi anlatmaya yetiyor heralde... Taraftarın Pazar akşamı yediğimiz ilk pozisyonda futbolcuların yüzüne bakınca gördüğü o şaşkınlığa isyanı bu sevgi... Seneler önce Toshack Beşiktaş'ı bırakıp (çok şükür ki) Real Madrid'e gittiğinde ve tabii ki Real Madrid'i de çökerttiğinde "Futbolcularım sahada kafası kesik tavuklar gibi, ne yaptıklarını bilmeden koşturuyorlar" demişti... Beşiktaş futbol takımı da bu tanımlamayı sonuna kadar hak ediyordu işte...

Nobre'yi farklı kılan ise, hep doğru şeyleri yapmaya çalışması... Doğru yere gidip topu indirmesi, doğru yerde topla buluşması, en yakındaki arkadaşına pasını vermesi... Nitekim kimse ondan Pascal gibi 70 metrelik bir pasla Münch'ü kaleciyle karşı karşıya bırakacak bir süperstar olmasını istemiyor... Ve tabii ki, bitmek bilmeyen enerjisiyle Rafael Nadal usulü pes etmezliği... Taraftar da onu on haftalık gol orucunda (ah Fotomaç) bu yüzden bağrına bastı işte...

Sonuçta geldiğimiz yer ise Pazar günü... Nobre, kendisine bu vasat-altı tezahüratla, ama gür sesle seslenen Beşiktaşlılara sırtını döndü ve kulübesine gitti... Sahada iyi bir golcü varken bir başkasını sahaya istemek ne kadar riskli bir hareket görmüş olduk böylece... Bobo'yu zaten kaybederken, Nobre'yi de taraftar aracılığıyla kaybetmek... Sakın bu bir vedaya dönüşmesin?

Holosko geldiğinden beri, hepsini ayrı ayrı, ve hepsini aynı şekilde sevdiğimden olsa gerek her maça, hangisi yedekse, ona üzülerek başlıyorum... Şu yazıya bile yansıyan kafa karışıklığını bu ruh hali açıklayabilir sanırım...

Hiç yorum yok: