13 Mayıs 2008 Salı

Ali Sami Yen'de Şampiyonlar Ligi...

Yıllar oldu bir Beşiktaşlı olarak şampiyonluk görmeyeli... Bugüne kadar gördüğüm bildiğim net hatırladığım şampiyonluk sayısı altı... Galatasaray'ın son on yıla sıkıştırdığı kadar...

Ali Sami Yen'e dair ilk anım ise 92-93 sezonuna ait... On beş sene öncesinin final maçı... Falco'nun penaltısı, Bako'nun kurtarışı... İkiye bölünmüş "eski" eski açığın her iki takımın golleriyle adeta yıkılışı... Aynı sezon 48 maçlık namağlubiyet serisinin acı kırmızı kartlarla sona erdirilmesi... O gün bugündür sevemiyorum Ali Sami Yen'i...

Öte yandan, stadyum denilen betonarme yapıların kutsal yerler olduğuna inanıyorum... Orada olmadıkça büyük olamıyorsunuz çünkü... Çocukluktan bu yana Galatasaray denildiğinde hangimizin aklına Ali Sami Yen, Fenerbahçe'yle hangimizin aklına Fenerbahçe Stadı gelmez ki? Ondandır ki, bu iki takım da stadlarından uzak kaldıklarında, aradıklarını bulamadılar... Fenerbahçe inşaatlar boyunca, özellikle Maraton tribün yerden yükselirken; Galatasaray Olimpiyat Stadı'nda çile çekerken hep erken koptu yarışlardan... İnönü büyürken Del Bosque'li Beşiktaş küçüldü... Küme düşme hattına indiriverdi büyük takımı stadından uzaklaşması... Arka arkaya bilmem kaç hafta kazanamadı Beşiktaş... Maliyeti de milyon kere milyon Euro oldu tabii...

O yüzden çok önemli Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'ni Ali Sami Yen'de oynaması... Galatasaray'ın kim olduğunu hatırlaması, ve rakiplerine nereye geldiğini hatırlatması için Avrupa maçlarının adresi Mecidiyeköy olmalı...

Kara komedi...

Memleket enteresan... TFF sezon başında liglerin yönetmeliklerini kulüplere yollar ve resmi temsilcilerine imzalatır... Bunları imzalamazsanız, o ligde oynayamazsınız... Ahmet Çakar'ın dediği gibi, bunu okuyup, anlayıp (ki umarım öyledir) imzaladığınız halde hala ısrarla piyasaya çıkıp, ligin üçüncüsü biziz diyorsanız ya zeka olarak gerisiniz, ya da art niyetlisiniz... Bunun gerçekten arası yok... Olmuş bitmiş, hakka hukuka uygun üçüncülük hikayesinde hala çıkıp çırpınanları anlamak gerçekten zor... Şark kurnazlığı dedikleri bu olsa gerek...

Bir de sene başında kaybedilen ama Sivas'a kazandırılan Trabzon üç puanı var mesela... Onda da var mıdır böyle orantısız bir hak arama iddiası?

9 Mayıs 2008 Cuma

Bebbe Gelirse...

Bazı futbolcular vardır, yeteneklidir, bazı özellikleri ile sizi kendilerine hayran bırakırlar... Sevmeyecek olsanız da sevdirir kendisini, çünkü aslolan futboldur... Hagi'yi rakipseniz sevmezsiniz... Nitekim, dirsek atar, faul yapar ama karizmasıyla sizi de hakemi de ezer geçer... Sonra bir maçında formayı görmez Hagi'yi izlersiniz, dersiniz ki keşke Hagi bizde olsa... Her şeyini affedebilirsiniz, çünkü çok özel bir adamdır Hagi...

Şimdi bir de bunun aksi yönde adamlar var... Birinci ve en önemli örnek Serhat Akın... Beşiktaş Kapalısındaki yüzlerin, binlerin aklına kazınan bir sahnedir; Serhat Ali Eren'e vurur, Evren Dölek bayrak kaldırır, Muhittin Boşat'ı çağırır... Heyecanla Serhat'a kırmızı kart beklerken Ali Eren atılır... Maç 3-1 biter, Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi'ne, Beşiktaş UEFA'ya gider, Fenerbahçe yanlış hatırlamıyorsam o sene sıfır çeker gelir vs... Serhat Akın o gün o kadar büyük bir acı, o kadar büyük bir hüzün yaratmıştır ki İnönü'de, üzerinde siyah beyaz gördüğünüzde o formadan bile soğutabilir sizi... O yüzden transfer söylentisini duyduğunuzda bile kalbiniz kırılır, Dolmabahçe yürüyüşleriniz, heyecanlarınız gelir önünüze... Lanet okuduğunuzla kalırsınız, hiç bir şey eskisi gibi değildir çünkü... Serhat'ın futbolunu da sevemezsiniz, Sertan Eser'den daha süratli, ya da Sinan Kaloğlu'ndan daha golcü değildir... Garip bir şekilde sevimsizdir zaten...

Bebbe de Serhat örneği gibi Beşiktaşlı için... Bir Mart akşamı İnönü'de on dakikanın üzerinde yerde yatarak bir maçın gidişatına futbolla ilgisi olmayan bir şekilde etki etmiş adamdır Bebbe... Onu siyah-beyaz içinde görmektense, siyah-beyaz'ı bir daha görmeme isteği uyanıverir tribün ahalisinde... Bir tek adam var mıdır acaba, iyi ki düşünülüyor Bebbe diyen? Bu kadar sevimsiz, bu kadar ahlaksız, ve bu kadar yılda et mi balık mı hala anlaşılamamış yeteneksiz bir futbolcunun vizyonsuzluk ve basiretsizlik gösterilerek transfer edilmesi Beşiktaş'a yakışır mı? Bu arada Beşiktaşlı olmak nerede kaldı sayın başkan, sayın yönetim kurulu? Nerede duruşunuz? Yanlış anlamışsınız, maç öncesi meyhane duruşuyla Beşiktaşlı duruşu arasındaki farkı... Göbeği önde sağa sola baygın bakış meyhanede maç öncesi hazırlığındaki taraftarın duruşudur... Yönetim kademesinde, bizlerin Beşiktaşlı olma sebebi duruşu sergilemelisiniz... Yapamayacaksanız, bırakın başkası yapsın... Bırakmayacaksanız, lanet olsun size, alıyorsunuz sevgilimizi elimizden...

6 Mayıs 2008 Salı

Aurelio'yu anlamak...

CM oynamayalı yıllar oldu... Ama CM'nin de bu değişime ayak uydurmuş olduğunu varsayıyorum... 2004'te Yunanistan şampiyon olduğunda, adeta Catenaccio oynayıp kazanmıştı... Chelsea defansif oyunla ve tek forvetle Şampiyonlar Ligi'nde Moskova'yı görmeyi başardı... Manchester United - Barcelona eşleşmesi eskilerin anti-futbol dediği kavramın tam olarak futbolun yeni tanımı olduğunu gösterdi... Galatasaray - Fenerbahçe maçı da nisbeten az pozisyonlu ama olağanüstü tempolu orta saha oyunuyla yeni futbol akımının yerel imzası oldu...

Bu yüzden, mesela Mehmet Topal'ı onlarca defa daha konuşmak lazım belki de... Tabii Mehmet Topal'ı anlatmak için önce Aurelio'yu anlamak lazım... Kendisine kişisel bakışım Ricardinho'yla olan münasebeti nedeniyle olumsuz... Ama futbolcu olarak başından geçenler orta saha oyuncusunun Türkiye'de yaşayabileceklerini anlatabilmek için son derece önemli...

Yıllarca itilip kakıldı Aurelio... Kimse nedir bu adam kestiremedi, sağ kanatta oynadı, forvetin arkasında oynadı, çalım attı, gol attı... Fener'e geldi, doğru işler yaptı, ama yine de şöyle herkesin "Evet, Aurelio" dediği adam olması Daum'un ısrarlarıyla ortaya çıktı... Bunun sebebi memleketimizin halen sağ - sol açıklı, orta sahada yürüyen iki teknik oyunculu ve bir koşan bir beleşçi forvetli yani toplam altı hücümcu barındıran takımı görmedikçe iyi futbol izlemediğine inanmasındandır... Oysa Aurelio bugün herkesin söyledi şeyi yapıyordu, "oyunu iki yönlü oynamak"... İki yıldır tam anlamıyla itibarı iade edildi... Artık kimsenin tartışamayacağı çok önemli bir oyuncu ve tecrübesiyle birlikte iyi bir Appiah da dahil Türkiye'deki her orta sahanın uzak ara ötesinde olduğunu söylemek lazım...

Aurelio gerçek bir orta saha oyuncusu işte... Dünyada bir dönem solakların ön plana çıkması gibi, artık bugünün futbolunu oynayan orta sahalar ön planda işte... Gönül rahatlığıyla orta sahanıza 4 Aurelio koyabilirsiniz, çünkü kanatta oynamanın da ön koşulu Aurelio olmak. Fenerbahçe'nin gerçekten iyi oynadığı maçlarda Deivid'in, hatta Alex'in futbolunu etkileyici kılan şey buydu... Lig maçlarını sık sık faul yapmadan bitiren Deivid, Avrupa Kupası maçlarında müthiş bir motivasyonla kendisinde olmayanı da ortaya koyma çabasına girdiğinden bu kadar etkiliydi... Alex'in bu turnuva boyu ne kadar çok koştuğunu unutmak mümkün mü?

Kısacası, Aurelio'yu anlarsak ve onu doğru kullanırsak iş yaparız Euro 2008'de, aksi takdirde Emre Belözoğlu'yla, Mehmet Topuz'la ne yapsak nafile...

Forza Beşiktaş... Çarşı Çarşı'ya Karşı!!

Ufaktık o zamanlar, yaş 15-16... Şampiyonluklar arası verilen molalar bu kadar uzun değildi... Sahaya baktığımızda gurur duyduğumuz, özendiğimiz adamlar vardı, heyecanlıydık elbette... Sanki tribüne daha çok adam geliyordu, nitekim, koltuksuz günlerdi... Internet de öyle her köşebaşında yoktu, anlatacak derdi olan fanzinlere yazardı, "bağımsız basın" kadar iddiali değildi belki ama, sapına kadar bağımsızdı ortada olanı...

Metal dinleyip, maçtan maça koştuğumuz ilk gençlik günlerimizde elimize aldığımızda heyecan uyandıran bir dergi vardı, tribünde de adı dilden dile, kendisi elden ele dolaşan... Forza Beşiktaş... 18 penaltıya bir şampiyonluk günleri tabii, tribünde küfür de serbest olduğundan basına giydirmek moda... Forza'da da habire basına giydiren abiler... 16 yaşındayız ama Çarşı o günlerde bugünlerdeki Çarşı değil... Açık tribünde maçtan yedi saat önce stada giren genç çocuklar için maçtan iki saat önce kapalı'nın arkasında deli gibi bağırıp, gürültü çıkaran, maçtan önce tezahüratlarımıza sadece alkışlarla eşlik eden, maç başlayınca gök gürültüsü misali yağan bir acaip organizma... O zaman kutu denen şey bile yok, çünkü Kapalı'da loca da yok! Çarşı maç içinde bağırır, maç sonunda da adam kovalar; kan vermekti, nükleer'di, eto'o'ydu umurunda değil Çarşı'nın...

Biz de Çarşı'yla Forza Beşiktaş'la tanıştık işte... Sonra sonra elimize her geçen üç kuruşu kapalı'ya vermeye başladık... Yavaş yavaş Çarşı'nın içinin aslında zannedildiği gibi bir kara delik olmadığını gördük... Alkol kokusuna alıştık, meşaleler yaktık... Aradan oniki sene geçti, biz de değiştik, Çarşı da... Artık adam kovalanmaz olunca, Kapalı'ya abonelik alınca, Çarşı içinde içip, Çarşı içinde nefes alınca biz de kendimizi Çarşı sandık...

Velhasıl kelam, kulüp 105'e, Çarşı 26'ya, bu fakir de 27'ye dayadı yaşını... Ve 90 yıl yaşamadığı kepazelikleri paranın hükmüyle yaşadı bu camia... Onaltı yaşında çocuk halimle, maçtan önce bile bağırmayıp, canını dişine takan adamların gün gelip bu kulübü arkadan bıçaklayacaklarını duysam, muhakkak sinirlenir, tersler, tersine çevirmeye çalışırdım fikirleri... Yirmiyedimde, yazık ki dibinden, içinden, ses çıkarmaya korkar şekilde izliyorum olanları... Bugünün mafyacı, paracı zihniyetine eyvallah diyenler, utanmadan Semtlilikten, Stadın bekaasından bahsedince dellenmekten kendimi alamıyorum... Lanet okuyorum her birine... Öyle bir şey ki bu, korkudan o efsane fanzinin adını koydukları siteyi kapattırdı... Bütün basın tıraş Forza Beşiktaş diye bağırdığımız günler bitti de, bugünlere geliverdik sonunda...

Ey orkestra şefi, sen sırtını bunlara dayadıkça, ne semt kalacak elinde, ne de stad... On seneye karşı yakanın betonarmesine benzer tribünlerde beni çocuğumla otururken, bir garip hüzünle görürsün belki ama, senin o üç-beş kağıt parçasına sattığın delikanlı heyecanların olmayınca bu tribün aynı olmayacak elbet, bilesin bunu... Yazık ettiniz semte de, kulübe de... Şaşırtın beni artık, şaşırtın da yeniden başlasın, doldursun bu heyecan Kasımpaşa'yı da, Olimpiyat'ı da... Yoksa gitti gider, bu iş burada biter...

5 Mayıs 2008 Pazartesi

20 sene sonra...

Aradan o kadar zaman geçmiş ama zihniyet hiç değişmemiş... Sheva başlığı geçen yıldan... Metin Akçevre'li başlık ise neredeyse 20 yıllık... Bugün ne haber yapsak acaba??

21 Yılda Beş Final...

Çarşamba günü kupa sahibini bulacak... Fenerbahçe'ye ter döktürdüyse de, Manisa kaybedince rahatlayan Gençlerbirliği 7 yıl sonra yeniden kupa istiyor... Üç yıl önce iki defa üst üste finalde Trabzonspor'a kaybetmişlerdi... Üstelik yedi gol yiyip, fırtına sezonlarında sadece bir gol atabildiler... İlginç olan tarihinde beşinci finale çıkan takımda başkanın hiç değişmemiş olması... Acaba teknik direktör istikrarını da yakalasalardı, dün küme düşmemeye oynarlar mıydı? Sorulması gereken soru bu...

Kayserispor bambaşka... Geçen yıl eski Kayserispor, yeni Erciyesspor İkinci Lig'e koşarken finali oynadı... Hak ettiği halde, Beşiktaş'a kaybetti... Kayserispor kağıt üstünde maçın kesin favorisi... Rakiplerini darmadağın ederek finale kadar geldiler... Mehmet Topuz Tuncay Şanlı'nın, ya da İlhan Mansız'ın inanılmaz patlamalı oyunlarını bir üst seviyede oynayabilecek kadar güçlü bir oyuncu olduğunu ispatladı... Bu maçı da kopara kopara alabilir elbette...

Galatasaray rövanşındaki Gençlerbirliği ile Beşiktaş'ı dağıtan agresif Kayserispor'u izlersek, son yılların en güzel Finalini izleme şansı yakalayabiliriz... Akıllı ve ısıran futboluyla Gençlerbirliği belli etmese de benim favorim...

Beşiktaş'a dönerim...

Dönem dönem internette de dolaşır, "Anlamsız sorulara anlamsız cevaplar..." Modası geçtiyse de Akşam da kullanıp, sönen futbol gündeminde cilalamaya çalışmış bir şeyleri...

Berfu Haşıoğlu: Bir teklif gelse gider misin Beşiktaş’a?
Tümer Metin: (iki saniyelik bir sessizlik) giderim... yani giderim. benim kırgınlığım yok, giderim...

Galatasaray Şampi...

Türk basınının en sevdiği başlık... Evet, Galatasaray şampiyon gibi... Peki neden? Fenerbahçe maçından hemen önce yazmıştım aşağıdakileri ekşi sözlük'te, haklı çıkmak hep güzel...

'Bu kadar problem yaşayan oyuncuyla, teknik direktörsüz, allahlık vaziyetteki Galatasaray öyle veya böyle ligin finaline kadar uzattı boyunu... Bunu iki şeye bağlamak mümkün... Birincisi, futbolcuların ruhuna işlemiş muazzam winner (kazanma) kültürüne sadık kalarak önemli bir iş yaptılar... Hala takımın kadrosunda Hakan Şükür'lerin, Okan Buruk'ların, Hasan Şaş'ların varolmasının sebebi bu bence...

Her şeyin ötesinde, kaybettikleri maçtan sonra da, kazandıkları maçtan sonra da Galatasaraylı futbolcuları mütevazı ve aklı başında yorumlarıyla takdir ediyorum... Dünya görüşünü paylaşmadığım Hakan Şükür bile, neden buralara geldiğini ortaya koyar şekilde adam akıllı konuşabiliyor... Ne yapıp ne yapamayacağının farkında, ve o yüzden kendi kendini yedek soyundurmaktan gocunmuyor... Ezeli rekabette maddi anlamda Fenerbahçe'nin arkasında kalmak onları manevi olarak daha da güçlendirmiş...

Netice itibariyle, şu en kötü senesinde bile şampiyonluğu sonuna kadar kovalayan Galatasaraylı futbolcuları tebrik ediyorum... Bu sene, paralarını alamadıkları senenin de ötesinde daha güçlü bir Beşiktaş'la, çıkış yapan Anadolu takımı Sivas'la, ve olgunlaşan Fenerbahçe'yle olağanüstü bir mücadele verdiler ve yarışın sonuna kadar geldiler... Kazanan olmaya alışmış bu ekibe ligin süpürgesi Fenerbahçe karşısında da şans dileyelim, çünkü süpürge bu sene önüne geleni fena süpürdü...'

Mancini'nin yenilgisi...

Hiç sevemedim Mancini'yi... Lazio ile iki Beşiktaş eşleşmesinde de, en çok Mancini'den nefret ettiğim için kazanmak istedim... Son dakikada Prag karşısında attıkları kazıkla da katmerlendi duygularım...

Milan kazanırken pek görünmedi Mancini... Her göründüğünde mutsuz ve huzursuzdu... Golden sonra bile, Batı filmlerindeki kötü şövalyeleri andıran görüntüsünden eser yoktu. Acaba hiç sevmediğim Roma mı, yoksa bu ego patlaması yaşayan antipati şampiyonu mu gülsün yarışın sonunda? Hala kararsızım...

4 Mayıs 2008 Pazar

Çocukluğa ve gençliğe veda...

BJK inönü stadı'nın 61 yıllık tarihinin son maçına çıkılıyor bu hafta...

İnönü denince aklıma ilk önce en duygu yüklü anlarım geliyor elbette... Sergen'in, Feyyaz'ın, Şifo'nun, Metin'in ayağından gelen şampiyonluklara şahadetim... Çocukluğumdan bugüne hiç değişmeyen; Gümüşsuyu'na çıkan yokuştan heyecanla Kapalı'ya bakışım ve deli gibi çarpan kalbim... Devre arasında, ikinci yarının arefesinde "Lazio değil Partizan çıksın çeyrek finalde" dediğimiz, sonrasında 3 kez tıkanıp, Carew'in dünya futbol sahnesine çıkışıyla binlerce adamı göz yaşına boğmuş Valerenga maçının hüznü... Unutulamaz Barcelona, Psg, Liverpool maçları... Ajax'ın efsane kadrosunun ve Beşiktaş tribününün müthiş şovu... Süleyman Seba'nın Ali Şen küfürlerini durdurmak için, gelip tam da Kapalı'nın göbeğine oturduğu, uslu durduğumuz maçlar... Auxerre maçı, Rosenborg maçı... İstanbulspor tribününden seyrettiğim, 90+4 arif erdem penaltısı... Dangur dungur giden Amokachi, İlhan Mansız... Carew'in bu sefer siyah beyazlarla imzaladığı Fenerbahçe ve Ankaragücü maçları... İlhan Mansız'la ilk tanışmamız, Samsunspor forması ve 40 metreden attığı "kim bu çocuk" dedirten inanışmaz şut... Fransa'ya 4-0 kaybedişimiz, o efsane kadro... Şifo'nun jübilesi... İsviçre maçında recep'in attığı gol... 8 yıldır sol kanada bağırışlarımız çağırışlarımız, yeni stadda onun olmayacağı ümidi... Münch'ün, Walsh'un, Rıza'nın muz ortaları... Çocukluğum, ilk gençliğim, gençliğim... umutlarım, gözyaşlarım, mutluluklarım, heyecanlarım... Hepsi burada gömülü şu anda... Sabah 8'de stadın önünde soluk almak, akşam'ın 12'sinde heyecan içinde stadı başımız dik, ya da boynumuz bükük terk edişimiz...

Şu allahın belası haftada, herkesin ununu eleyip, eleğini astığı, stadları trafikten kaçmak için erken terk ettiği haftada, heyecanla, dolu gözlerle İnönü özlemimiz... Neden sevdiğimi anlatmak çok mu zor acaba... İşte hepsini gömüyoruz belki de... Belki de bir daha çıkaramamacasına... Neden sabah 8'de gideyim ki, 120 kapılı 40000 kişilik stada? Belki içerisinde Starbucks bile olur, üşüyünce, gider sıcak caramel macchiato'mu alır, öyle dönerim tribünüme... Yine çok severim, o da kesin... Ama gömüyoruz o anıları bu tribüne bu hafta... Gelmeyen Manisalı olsun!!!