21 Ocak 2009 Çarşamba

Taraftar Sosyal Anketi...

Sporu seven, bir şekilde taraftar olduğunu iddia eden herkesin katılması gereken bir anket... Aceto'nun dediği gibi, akademik bir çalışmaya referans olacak...

http://taraftarsosyalanketi.blogspot.com/

19 Ocak 2009 Pazartesi

İbra Gelenektir vol.2...

8 Şubat 2009 günü Beşiktaş JK Mali Kurulu toplanacak... Eğer çoğunluk sağlanamazsa 15 Şubat'ta kesin olarak toplantı gerçekleştirilecek... Mali Kurul'un ne kadar önemli olduğunu kimsenin bilmediği bir ülkede yaşıyor olmalıyız ki, kulüplerin ibra edilememesinin ne kadar da alçaltıcı bir durum olduğundan dem vurulur bu memlekette... Oysa açıklanamaz, anlatılamaz şekilde olması gerekenden fazla para harcayıp, bunun karşılığında kendi cari hesabınızı artırırsanız ve bu işi en son apması gereken yönetici pozisyonundaysanız, hesap vermek zorundasınız... Tersine dünya memleketimde aksi yaşansa da, ibra edilememek yolsuzluk iddiasıyla suçlanan kişilerin, yönetimlerin karasıdır, kulüplerin değil...

İş hayatıma denetim sektöründe başladığımdan ve yıllarca hem dahili hem de harici denetimlerde bulunduğumdan olsa gerek, teker teker, kayıt kayıt incelemek istiyorum Beşiktaş'ın giderlerini... Üzerine, tüzüğe ek çıkarmak istiyorum, kulüp yönetimindeki herhangi bir kimsenin kulübe borç veremeyeceğine dair... Ya da belli rasyolara kısıtlamalı kulübe verilecek borçları (Yıllık Gelirin %50'si vs. gibi)... Zaten aklım almıyor, Sayın Güreli'nin yönetimde olduğu günlerde ve bu kulübün borcunu bugün Türkiye'de yaşayan herhangi bir adamın kredi kartı borcu seviyesine çektiğinde neden bunu yapmadığını...

Anlatacak, volume volume yazılacak çok şey var tabii... Ama ben şunu biliyorum, beş senemi verdiğim bu işten öğrendiğim tek satırlık bir bilgim bile varsa eğer,ben şu yönetim kurulunu ibra edecek oyu vermezdim, veremezdim... Oyunu ibra lehinde kullanacak insanlara da küçük bir sınav yapmak isterdim, verdikleri oyun ne anlama geldiğine dair bilgilerini sınamak adına... Çocuğumun üzerine güvenle giydireceğim siyah beyazların ve o tribünlerde hayalini kurduğum geleceğimin hesabını başka nasıl verebilirim ki...

* Karikatürün tercümesi: "Milby, bu departmanda yolsuzluk olduğuna dair raporlar aldık, bu konu hakkında bir şeyler biliyor musun?"

Güllerin İçinden...

Hayatımda en pişman olduğum şey, kendimi bir enstrümana yöneltememek oldu sanırım... Bunun en çok vücud bulduğu şarkılardan biri ise Güllerin İçinden olsa gerek... Hele o nasıl bir solodur, bitene kadar alıp, başka dünyalara götürür insanı... Her sene, gitmeyi ihmal etmediğim MFÖ konserlerinde, Özkan Uğur'u bu şarkıyı çalarken görmek için büyük heyecanla beklemem de ondandır...

Beşiktaş'ı düşününce Güllerin İçinden söyler buluyorum kendimi... Koşarak gelsin istediğim şey bir insandan, ya da onun doğrudan temsil ettiklerinden ibaret değil... O yüzden Seba'yı istiyorum diyemem, Metin-Ali-Feyyaz'ı Beşiktaş'tan parça parça nasıl kopardığı gözümün önünden gitmediğinden... Ve onlar gittiğinden beri mutluluklar ve başarılar Dolmabahçe'yi ıska geçtiğinden...

Sanırım sadece bir umut bu beklenen... Geceyarısını biraz geçe, karanlık köküne kadar çöktüğünde, ay ışığına küs bir İstanbul evinde korkmuş bir çocuğun sabah uyandığında korkularının aydınlıkta yanacağı umuduyla, huzurla uykuya dalabildiği gibi, ben de kendime kesin bir umut kaynağı arıyorum Beşiktaş için... Evet, bu umut kurtaracak bizi diyebilmek istiyorum... Bunu diyebilmek ve onun arkasından yürümek, düne değil, yarına gitmek istiyorum... Domine edilmiş bir lig, domine edilmiş şampiyonluklar, Avrupa Kupaları değil istediğim, biraz ilkeli, biraz tutarlı ve en önemlisi Beşiktaşlı bir umut istiyorum, ister güllerin içinden gelsin, isterse dikenlerin...

16 Ocak 2009 Cuma

Diego'lu Werder Bremen...

Dünkü maça hazırlık maçı demek bile zor... Benim alıştığım Diego ve askerleri çok daha enteresan, süratli ve keyifli bir futbol takımı... Kendilerini pek zorlamadılar...

Her sene Werder Bremen'le maç yapılır, hatırlıyorum Ailton'un hat-trick'iyle 3-2 yenmiştik Antalya'da... Sonra 4-0 kaybettik... Dün de kazandık... Ölçü olmadığı ortada, 3-2 kazandığımız sezon dibe vurduk, 4-0 kaybettikten sonra Şampiyonluk için final maçına çıktık...

Takım da pek kendini belli etmedi, o yüzden bu maça futbol anlamında söyleyecek pek bir şey yok... Biraz Tello, biraz Holosko, bir de bildik Toraman...

O muhteşem yan hakeme ne demeli peki? Futbolun en güzel anlarından biri tam göbekten hücumcunun müthiş bir arapasla on metre öne çıkıp, kaleciyle karşı karşıya kaldığı an değil midir? İki devrede, karşılıklı birer mükemmel pozisyon kesti yan hakem... Sen neden oradasın o zaman demezler mi sana... Orijinal Ronaldo'yu Barça'da bu pasları alıp, kalecilere attığı olağanüstü çalımlarla büyük futbolcu ilan etti dünya... Demek bizim bu yan hakemler gitse oraya, böyle goller de izleyemeyecektik...

15 Ocak 2009 Perşembe

Jübile? Neden olmasın...

Doğan Haber Ajansı müjdelemiş... Neden olmasın...

14 Ocak 2009 Çarşamba

Amatör Ruh...

Şairler Parkı'nda Rüştü'yle karşılaşan Marmara'nın hikayesini okudum...

Tok açın halinden anlamaz misali futbolcularımız... Değişen çok şey var ama en çok değişeni en öne koymak lazım...

Sen bir semtin sevdasını alıp, semtin uzaklarına dağlar tepeler aşıp, taşırsan; o ultra-modern mekanında yaşatırsan onları, ve bilmezlerse kim için, neden üzerlerine o renkleri giydiklerini, iş o noktada bitiverir işte... Profesyonel Ruh'lu seyirciye alışmış, senin geçtiğin süreci on yıl önce bitirmiş bir takıma senelerce kaptanlık yapmış adamı iki haftada bir iki saatliğine o tribünlerin bin tane koltuğunu eskitmiş Amatör Ruh'lu taraftarın karşısına koyarsan başına gelecek olan budur işte...

Oysa ne kadar güzeldi, 3-0'dan sonra kaybedilen turun, sabah uyanacak çocuğa söylenemeyeceklerin hesabını bizzat kaptana sorabilmek... Kaptanı mahçup edebilmek... Mahçup olmayanları yeşil sahaya doldurmaya devam edersen, betonarme nereye kadar dolacak peki?

Bir arkadaş yorumlara yazmış, "Semt takımı kavramı küçük düşünmektir" diye... Sanırım fikrimiz biraz yanlış anlaşılmış bu konuda... Benim bahsettiğim şey şu, bir kavramı ya da oluşumu özünden uzaklaştırdığınızda, farklılaştırdığınızda değersiz kılarsınız... Fenerbahçe hep büyük iddiaların takımı olmuş bugüne kadar... Gitmiş ligi altıncı bitirmiş, "Rivaldo'yu getiricem bu sefer" demiş, Avrupa'ya gidememiş ama "en büyük benim" iddiasında bulunmuş... Daha önemlisi, bu söylediklerine hep inanmış ve inandığı için de doğrunun bu olduğuna inanıyor... Fenerbahçe'nin bu yüzden altyapıdan yetiştirdiği futbolcularla, ucuza aldığı yabancıları yetiştirip Arsenal modeli bir takımla yürümesi düşünülemez zaten... Adam gidip Avrupa Şampiyonu takımın üç numaralı golcüsünü, Teknik Direktörünü alıyor getiriyor. Sen bu takıma Arsenal modelini getirirsen, bünye bunu reddeder ve ne olursa olsun yıldız futbolcu olsun aşığı taraftarını sevdalılarını kaybedersin...

Aynı durum Beşiktaş için de geçerli... Beşiktaş'ın kendine has, samimi ve sıcak havasıdır Beşiktaş'ı Beşiktaş yapan... Bunu rakip takım taraftarı bir kaç yıl öncesine kadar "Beşiktaş'ı ikinci takımım olarak görüyorum" şeklinde açıklardı... Sebebi basitti, iddialı olmayı sadece sahadaki takımına bırakan, kendi halinde yürümeye çalışan ve büyüklüğünü bu sayede edinen bir camiaydı Beşiktaş... Bunu son otuz yılın büyük çoğunluğunda damgasını vurmuş Seba ve onun ekolündeki yönetim, teknik heyet ve futbolcular ortaya çıkarmıştı... Ama daha önemlisi, çocukluğumun ve ilk gençliğimin Beşiktaş'ında, tıpkı yıllar önce Şeref Stadı'nda olduğu gibi, her idman sonrası yerli-yabancı futbolcularla göz göze duran, forma imzalatan, sohbet eden taraftarlar vardı... Düşünüyorum, hayatımın en güzel anlarından biri, Fulya'da Şifo Mehmet'e uzanıp, "Mehmet Abi, maç biletimi getirdim imzalar mısın?" dediğim 16 yaşımın baharındaki o gün değil miydi zaten... "Getir bakalım, naparız bu hafta?" dediğinde büyük kaptan, hissettiklerimi hangi çocuk bilecek yarın? Sanki Şifo doğuştan Beşiktaş aşığı mıydı biz gibi? Ya da bedavaya mı oynuyordu siyah beyazlarla? Elbette hayır... Önemli olan tek şey, bu formayı giyen adamlara otuz bin adamı betonun üstünde tepindiren hissiyatı yakından verebilmek... Yediyüz kilometre yolu 83 model otobüs sırtında götüren, karda kıyamette biriktirdiği, uğruna aç kaldığı paraları bilete yatırmasına sebep olan, anasına, karısına, kardeşine küslüğüne neden, Beşiktaş taraftarı olma hissiyatını onlara verebilmek... Göz göze, konuşarak, karşılıklı bir şeyler hissederek orada olmak... Tel örgülerin arkasından da olsa hesap verebilmek, yüzünün ifadesini akıllara kazımak...

Oysa bugün taraftarla futbolcu ya medya sütunlarındaki haberlerin yorumlarında, ya da İnönü'nün sabırsız sıralarında karşılaşıyor... İşin özeti, taraftar futbolcuya vereceği elektriği, hissiyatı, aidiyeti veremiyor... Denizli'nin yaptığı tek doğru tespit de bu değil mi zaten... "Futbolcular camianın şampiyonluğa olan inancını ve özlemini taşımıyorlar" diyor... Semtin takımını semtten uzaklaştırıp, dağın başında modern tesislerde çalıştırırsanız, onların üzerine giydirdiğiniz formadan daha fazla Beşiktaşlılık öğretemezsiniz... Hele ki onbir futbolcunuzun altısı yabancı, ikisi eski Fenerbahçeliyse...

Bu konu hakkında yazacak çok şey var, şimdilik burada bırakalım...

9 Ocak 2009 Cuma

Bu mu benim Beşiktaş'ım?

Uzun süredir herhangi bir şey yazamadım buraya. Gerek iş gerekse de özel hayat karmaşaları, sorumlulukları diyelim. Tüm bu hengamenin arasında blog'da, yazı yazmam da, Beşiktaş da aynı noktada kesişti kendi açımdan. Şöyle izah edeyim bunu sizlere:

Beşiktaş benim için bir kaçış, Beşiktaş benim için bir kurtuluş, Beşiktaş benim için bir mutluluk yolu oldu ömrüm boyunca. Ne zaman kendi hayatımın gerçeklerinden ve acılarından uzaklaşmak istesem hep sırtımı Beşiktaş'ıma yasladım, O'nun siyah-beyaz gölgesinde ağladım. Benim için bu kadar anlamlı ve önemli Beşiktaş.

Son bir haftadır zor günler geçirdim. Belki burda anlatılmayacak kadar özel ve önemli şeyler... Ama bu yaşadıklarımın sonunda blog takipçilerini ilgilendirebileceğini sandığım bişeyin farkına vardım. Her zor anımda benim yardımına ihtiyaç duyduğum Beşiktaş'ıma bir kez daha başvurdum herşeyin sonunda. "Bu kadar kendimi hırpaladığım yeter, siyah-beyaz bana huzur verir" dedim, geçtim bilgisayarın karşısına. Beşiktaş haberlerine baktım oyalanmak için. Karşıma çıkanlar Yıldırım Demirören ve basiretsiz açıklamaları, Sinan Engin ve kifayetsiz iddiaları, adını sanını duymadığımız menacerler ve Beşiktaş'ıma attıkları kazıklar, yapılan yanlış transferler ve kaybettiklerimiz, amatör branşlardaki anlamsız boşluklar... Bunlar Beşiktaş ile büyümüş çocukların çok sık karşılaştığı durumlar değildir. Evet transfer konusunu bu bütünün belki dışında tutabiliriz ama Beşiktaşlı hiç bir zaman yönetiminden, menacerinden, futbolcusundan utanıp da başını öne eğmemiştir tarih boyunca. İşte ben de bunu farkettim ki, hayatımın gerçeklerinden kaçıp sığındığım Beşiktaş'ımın hali benim hayatımdan çok çok daha kötü bir durumda.

Sindiremedim içime, yerimden kalkıp semte gitmek, en azından Beşiktaş'ı solumak istedim. Tüm taraftarların yüzündeki kaygı ve sıkıntı o kadar belliydi ki, kendimi belki de olduğundan daha kötü hissettim. Her zaman bana çözüm olan Beşiktaş'ım neden bu haldeydi? Neden artık bana bu kadar yabancı geliyordu? Bunun cevabını bilmeyen bir Beşiktaşlı yoktur herhalde, sebeplerini anlatmama gerek dahi yok. Herkes bıktı zaten bunların muhasebesinden.

Bu sabah gene kötü bir şekilde uyandım ve işime gittim. Hayattan bağlarını koparmış her adam gibi benim de ne gündemden ne de herhangi bir olaydan haberim yok, sadece yaşıyorum. Karşılaştığım ilk arkadaşım "hayırlı olsun, Yusuf'u almışsınız" dedi. Yusuf? Kim ki Yusuf? Düşünerek kim olduğunu bulamadım açıkçası, o derece aklımdan geçmeyecek bir isim. İlk başta yeni moda olan U-21 milli takımdan bir genç veya bir şekilde isim yapmış bir gurbetçi sandım. Gözlerimdeki anlamsız bakışları farkeden arkadaşım tamamladı "Yusuf Şimşek"...

Demirören, Denizli ve yönetim üçlüsünü düşününce çok enteresan gelmedi bana transfer. "İnşallah çok para vermemişizdir" diye düşünürken gazetelerden karşılığında Aydın Karabulut'un bonservisiyle birlikte verildiğini okudum. İşte o anda kafamda bu soru yankılanmaya başladı: "Bu mu benim Beşiktaş'ım?"

Yusuf Şimşek...



Bunu da yazmak lazım tabii... Yarın öbür gün alınmaz belki, bu kadar ağır tepki çekmişken... Ama bu konu gerçektir... Yusuf Şimşek Beşiktaş'a transfer edilmeye çalışılıyor ve belli ki bu eski hocası Mustafa Denizli tarafından takip ediliyor...

Sanırım Mustafa Denizli altı yıllık bir uykudan yeni uyanmış... Yusuf Şimşek Denizlispor'un Bülent Akın ve Ümit Bozkurt ile birlikte satarak son Anadolu vurgununu yaptığı futbolculardan biridir... Hatta eminim Denizlispor yıllarca bu transferlerden gelen parayla dönmüştür... O günden sonra da görülmüştür ki, ne Ümit Bozkurt ne Bülent Akın ne de Yusuf Şimşek büyük takım futbolcusu değildir... Ayhan Akman'la başlayıp, bu üçlüyle biten yüksek bonservisli Anadolu transferleri de son bulmuştur...

Şimdi, hal böyleyken, altı yıldır yaptığı en başarılı iş bir takımı küme düşmekten kurtarmak olmuş Yusuf Şimşek'i kim transfer edebilir? Bu bölgede eksikliği olan, ve en azından biraz olsun alternatif arayan Trabzonspor mu... Yoksa her ne kadar biri tribünde sevilse de, Nobre ile Rüştü de gitse de kurtulsak rakip geçmişli adamlardan diyen adamlarla dolu Beşiktaş mı... Sorunun cevabı açık... Nitekim, bu kulüplerden birinin başkanı ilkeleri olmayan, yedi sene önce Fenerbahçe'nin şampiyonluğunu feci şekilde imrenerek izlemiş biri... Ondandır ki o kadronun futbolu bırakamamışlarını Beşiktaş'a doldurmuş olsun... Sayıyorum dikkatle okuyun...

TD: Mustafa Denizli
1: Rüştü
2: Ali Güneş
3: Mustafa Doğan
4: Yusuf Şimşek

Evet beş kişi...

Diğerleri de şöyle:
5: Mehmet Yozgatlı
6: Mert Nobre
7: Tayfun Korkut

Daha vardır ama hatırlayamıyorum açıkçası... Bunların yanına Serhat da alınmaya çalışıldı tabii...

Delirmemek elde değil... Camianın çöküşünü semtten uzaklaşmaya bağlayan bir şeyler yazmayı düşünürken, sabah sabah titreyen ellerle anca bu kadar...

İbra Gelenektir...


İbra Beşiktaş'ta bir gelenekmiş... Bu biraz Vefa İstanbul'da bir semttir hikayesine benziyor ama benim anlatacağım şey başka...

Beşiktaş Jimnastik Kulübü Mali Genel Kurulu'nda bu adamı ve yönetimini ibra eden sevgili üyeler... Siz Beşiktaşlı falan değilsiniz, lanet olsun ki olamazsınız... Beşiktaş'ın geleneğini, gerçeklerini ve en acısı geleceğini sattınız... Önümüzdeki otuz kırk yılda, çoluk çocuğumla yaşatmayı düşündüğüm Beşiktaşlılık geleneğine, Dolmabahçe yürüyüşlerine, semte ait binlerce ritüele bomba koydunuz ve artık patlattınız... Söylenecek hiç bir şey yok artık, çünkü ortada Beşiktaşlılık kalmadı, sevgi, heyecan, huzur yok artık Beşiktaş'ta...

İşte web sitesindeki haber, beni sabah sabah delirten, ellerimi titreten, elbette ki alışkanlıktan olsa gerek "bu kadarı da olmaz" dedirtemeyen muhteşem haber... Adam başkandan özür dilemiş... Yalanlama, düzeltme yok, menajer tarafından özür dilenmiş... "Başkan kusura bakma, ben ettim sen etme, ben ortaya koydum senin nasıl bu kulübün parasını kendi hesabına yazdığını, ama sen büyük adamsın" demiş, ve utanılmadan bu haber, yolsuzluğun belgesi İnternet Sitesi'nde yayınlanmış... Yarın öbürgün uyanırlar da kaldırırlar diye yazıyorum ve şuraya da yapıştırıyorum... Buyrun bu yönetimi ibra eden sivrizekalılar, eseriniz...