22 Ağustos 2009 Cumartesi

Aurelio'yu İstemiyorum

Beşiktaş yönetimi büyük hatalar yaptı son on üç yılda... Seba'dan tutun, Serdar Bilgili'ye, teknik direktörlerine ve tabii ki Demirören'e varana kadar çok büyük hatalara imza atıldı. Ancak, her defasında kızdıysak da, üzüldüysek de sineye çektik. Çekebilirdik, nitekim Okan Buruk'tan Mert Nobre'ye, Rüştü Reçber'den Yusuf Şimşek'e hepsinin bir kabul edilebilirliği vardı. Rüştü'yü sevmiyorum diyen kaç sporsever vardı Beşiktaş'a gelirken? Transferin futbola katkısından bahsetmiyorum, bunu ayıralım. Dünya starı da olabilir, kazma da olabilir, bitik futbolcular da olabilir, bu başka bir şey... Yusuf'u istemiyordum, Fenerbahçe'de ben bu adamı izlediğim için istemiyordum... Ama takıma katkısı olacağını da düşünmüyordum. Yanıldım, defalarca da yazdık yanıldığımızı... Öte taraftan bu adamın benim için ahlaki bir çöküntü yaratacak tarafı yoktu. Sebepsiz, anlamsız bir transfer olarak görüyordum; evet yanıldım ama artık "Profesyonel Futbol"da alıştığımızdan sineye çektim ben de... Şimdi hayranım Yusuf'a, doğruya doğru bu...

Fakat kabul edilemezler var... Olmazsa olmazlar... Beşiktaş formasını Serhat Akın giyemez, giymemeli... Tümer Metin Şampiyonlar Ligi şampiyonu da yapacaksa Beşiktaş'ı istemiyorum ben. Sabri Sarıoğlu evrim geçirip, Messi'ye dönüşse istemem ben onu. Bu adamların ne işi var Beşiktaş'ta değil mi?

Aurelio da benim için budur. Ben üzerine siyahlı beyazlı formayı geçirip, sahaya çıktığı her saniyede gözümün önüne Ali Koç'u, boyalı basını, Aziz Yıldırım'ı, otopark kabadayılarını getirecek adamı istemiyorum. İstemiyorum kardeşim, orta sahada iki yönlü oynayacakmış; lanet olsun onun iki yönüne de, oynatın Necip'i; sanki şampiyon olunca başımız göğe mi erdi? Orta sahadaki ekstra Türk alternatif, Beşiktaş'ı Şampiyonlar Ligi şampiyonu mu yapacak? İstemiyorum, iki-üç tane dal kaldı tutunacak; onları da koparıp atmayın Beşiktaş'tan...

Beşiktaş'a transfer edileceğine inanmıyorum... Muhtemelen Galatasaray -ki bence ihtiyaçları da var- daha pozitif davranıp alacaktır Aurelio'yu... Hani olur da, aksi olursa bu yazı bir kenarda dursun... Benim tribünümün bu adamı kabulleneceğine inanmıyorum, o da ayrı konu. Ha oldu kabullendi, artık bize Kapalı'yı karşı taraftan izlemek düşer o zaman... Gürültü manasızlaşır, tatsızlaşır, her gün bir kaybedilen o gün bin kaybedilir; başka türlü bir Beşiktaşlıya dönüşürüz o durumda...


20 Ağustos 2009 Perşembe

Kaş Dönüyor...

Kulübün kenarında köşesinde Sinan Engin olmadığına göre, bence Kaş'ın dönüşü olumludur... Türk rotasyonundaki zorluklara, kart cezalarına panzehir olacaktır... Yedekliği düşünülemez bir adam olmaması da önemli; nitekim ilk onbir çıkacağı maç sayısı Toraman'ın formuna göre 15'i geçmeyebilir...

Benim en çok hoşuma giden ise, sağ bekte de kullanıldığında etkili savunma yapabilecek iki stopere kavuşmamız... İsmail'in solda tam bir hücumbek oynamasının yolunu açacak hamleler bunlar...

Not: Kabullenme sürecini hızlandırmak için en sempatik resmini bulup koydum adamın :)

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Emek Kokan Pankartlar

Bir iki yıldır, isimlerini öğrenemediğim arkadaşların muhteşem, emek dolu pankartlarını hayranlıkla izliyorum. Muhtemelen Forza'da konuşuluyordur, ama üyeliğimi iki sene önce sildikten sonra bir türlü kabul etmediklerinden oradan takip edemedim.

Semtin içinde turlarken de insanı gülümseten bir sürü pankart vardı şampiyonluk sonrasında, hatta tam olarak Şair Nedim'in Nüzhetiye Caddesi'ne dönüştüğü noktada ard arda sıralıydılar. Aynı şekilde Beyoğlu'nda Küçük Beyoğlu'na doğru giderken yine bir sürüsü sıra sıra diziliydi arka arkaya. Helal olsun demek lazım, ozalitlerden çıktığı belli bez parçalarına on basan bir hava yüklüyorlar tribüne... Hele bu sene Şampiyonlar Ligi maçlarından önce iyice forma girmelerini bekliyorum...

Bu maça damga vuran pankartları yukarıda... En masum katil ve 17 Ağustos... Devamı da gelecektir...
Şairler Parkı'nın yine büyük emek döktüğü şahane pankartı da tam bizim koltukların orada, sanki bizim yokluğumuzu hissettirmemek için konulmuştu oraya... Güne de ayrı bir anlam katıyordu tabii; "Yokluğun Cehennemin Öbür Adıdır"...

18 Ağustos 2009 Salı

Alışkanlıklar

Beşiktaş 3. resmi maçını yaptı bugün. Bu maçların sadece birini canlı izleyebildim. Dolayısıyla, takıma hala edindiğim fikirleri teyit edecek kadar hakim olamayacağımı düşünüyorum. TV başında anlayabildiklerimi yazayım...

Bir kere Beşiktaş'ın 4-3-3 oynadığını kaleci vuruşundaki dizilişi ya da santradaki dizilişi görmeden söylemek mümkün. Nedeni basit, gerideki dörtlü, önündeki üçlü ve özellikle de en öndeki üçlü tamamen kopuk oynuyor. Normal bir maçta enerjisinin %30-%40'ını defansif olarak harcayan Nobre, sık sık kanat savunmasında gördüğümüz Holosko bile tamamen kendilerini ileri üçlünün görünmez sınırlarına kilitliyorlar. Bu dizilişe yapılan ilk ihanet budur. Nitekim 4-3-3 kendi dinamikleri gereği oyunu daha kısa bir alanda oynama zorunluluğu getirir ve oynatır da... Şu an bu aşamada değiliz.

Savunma tarafında Beşiktaş'ın derdi yok. Olabilecek tek derdi kart bağımlısı Toraman ve Sivok ikilisinin aynı anda takımda olmaması olabilir. Bunun dışında, Beşiktaş'ın yıllar sonra savunmada kaliteli alternatifleri var. Sol bekte olsun, sağ bekte olsun farklı senaryolara göre dörtlü bir blok kurabiliyorsunuz. Ha bu alternatiflerden biri eğer Ali Zitouni'den korkup İsmail'i kesmekse ben işte orada yokum. İsmail Antalyaspor'a karşı oynamayacaksa kime karşı oynayacak? Ya da Maicon'un domine edeceği sağ kanadın karşısına bu adamı Şampiyonlar Ligi'nde hangi tecrübeyle oynatacaksınız? Eğer oynatmayacaksak, zaten problemimiz daha büyük demektir...

Savunmanın hücuma katkısına baktığımızda ise Erhan'ın uzun pas trafikleri sonunda kanat bindirmesini ve Üzülmez'in Yalçın'dan kafa yediği pozisyondaki çıkışını görüyoruz. Fazlasının olmaması bugün oynadığımız dizilişin inkarıdır. Sanırım bu durumun müsebbibi Fatih Ceylan ve Ali Zitouni'ye karşı alınmış defansif rollerdi. Hatta ilk yarıdaki bir pozisyonda soldan Fink'in İbrahim'e uzun uzun bakışını ve İbrahim'in ileri çıkmaması sonucunda da vazgeçip ortaya dönüşünü görünce Denizli'nin iki bekini de sıkı sıkı tembihlediğini düşünmeye başladım. Neticede, eğer kanat oyuncularınıza 4-3-3 dizilişinde %100 defansif roller biçtiyseniz, maça zaten hücumdan %20 kaybederek başlıyorsunuz...

Orta sahada Fink ve Ernst savunmadan üstte bahsettiğimiz çıkışlar olmayınca, yanlarındaki Tello 60 dakika boyunca savunmadan aldığı ilk topları ısrarla olumsuz kullanınca, hatta ayağından doğrudan rakibe verince standart performanslarıyla oynamalarına rağmen tüm TV programlarında kaçınılmaz şekilde "Düz Oyuncu" olarak nitelendirilmeye başladılar bile... Hatta Rıdvan Dilmen Ernst'i hayatında ilk defa gören bir insanmışçasına yorumlar yaparak bizi şaşırttığı günlerden Bobo'yu naylon olarak nitelendirip, Arsenal'in hücum gücünü zayıf bulduğu günlere, yani özüne dönüş sinyalleri verdi... Oysa ilk yarıda Fink'in kılpayı ofsayta düştüğü pozisyondaki ver kaçını hatırlarsak, ya da Ernst'in top ayağında beklediği ve her defasında kalitesi doğrultusunda en doğru yere kullandığı pasları düşünürsek, bu takımın bir oyun standardına ulaşmak için bu iki adamda sonuna kadar ısrarcı olması gerektiğini görüyoruz... Oyuna sadece Ernst'le başlamış bir Beşiktaş, örneğin Uğur'un daha önce şahit olduğumuz ilk 11 performansıyla ya da Yusuf'un maç başı performansıyla oyunun kontrolünü tamamen Antalyaspor'a bırakabilirdi. Bunu engelleyen faktör orta sahadaki direncin tıpkı savunmadaki gibi üst düzeyde ve rakipten gömlek gömlek üstün olmasıydı.

Tello'ya ayrı bir paragraf açmalı. 60 dakika sadece top kaybederek, yanlış tercihler yaparak saç baş yoldurduğu maçta müthiş son 30 dakika performansıyla Türk Tipi 10 numara mertebesine yükseldiğini artık kanıtladı. Artık rahatça üç maç yatıp, iki maç oynayarak orta sahadaki rolünü devam ettirebilir. Geyiği bir yana bırakırsak, Tello ikinci yarının sonundaki performansıyla ve oyun karakteriyle aslında 4-4-2'nin solunda ne kadar etkili olacağını bir kez daha gösterdi. Orta sahadan rakip kaleye çekilecek düz bir çizgi üzerinde çok iyi dripling yapan Tello daha önce de üstlendiği kanat oyuncusu rolünde de son derece iyi olacaktır, eminim...

Forvette Nihat her gün bir adım ileri gidiyor. Yeterli mi? Tabii ki değil... Eminim benim gibi pek çoğunuz Holosko'ya çıkardığı golle sonuçlanan pozisyonda şut kullanacağını düşünmüşsünüzdür. İşte Nihat'ın en büyük derdi "geri gelen yıldız" olarak kendini yeniden ispat çabası olacak. Bu problemi aştığında, fizik problemlerini aşmasından çok daha fazla yol kat etmiş bir Nihat olacak elbette...

Nobre de Bobo da bugün çok kötülerdi. Bobo solda da ortada da kötüydü, Nobre de oynadığı bölümde alıştığımızın aksine son derece hareketsizdi. Bunların hepsi takımın dizilişine ihanet elbette. Nobre ortada hareketsiz, Bobo solda laf olsun diye oynuyor, Nihat sağda kendini ispat çabasında derken rakip ceza sahası önüne kadar rahat gelen Beşiktaş tam etkili olacağı bölgede bütün etkinliğini kaybediveriyor. Bu durum da ister istemez bir Sergen, bir Yusuf, bir Delgado ve bugün olduğu gibi bir Tello isteği uyandırıyor herkeste... O yüzden 10 numara konuşulup duruyor. Oysa, sıkıntının 10 numara olmadığı o kadar açık ki! Fizik olarak yetersizseniz, mental olarak güçsüz ve odaksızsanız arkanızda 10 numara olarak kim olursa olsun, hatta hadi Deco olsun verimli olamazsınız.

Beşiktaş alışkanlıklarını kırmak zorunda. Sisteminin tıkandığı anda Nobre'ye top şişirmeye başlayan, 10 numaranın çıkıp, mucizelere imza atarak maç kazandırmasına ümit bağlayan bir takım olamazsınız, olmamalısınız. Sergen'in kötü oynadığı ve kariyerinin belki de %70'ini oluşturan maçları hatırlayın, nasıl çekilmez maçlar olduklarını düşünün. Bugün tanımlanan en iyi 10 numara Sergen'den daha iyi mi olacak? Ya da Alex gibi inanılmaz bir istatistik canavarının takımınızda olmasını gerçekten isteyip istemediğinizi düşünün. "Biz futbol oynamayı beceremedik, kurtar bizi 10 numara" mantığından kurtulmak için çok kritik bir eşikteyiz. Takımın kondüsyonu bu maçta olduğu gibi yükselmeye devam ettikçe, Bobo ve Nihat mental problemlerini aştıkça ve sakatlar iyileştikçe daha iyi olacağız. Israrcı olacağımız şey futbol oynamak olsun, bu yeter.

16 Ağustos 2009 Pazar

Bitmeyen Hazırlık Maçları...

Beşiktaş'ın bu sene için en büyük derdi bu... Cezanın en büyük yan etkisi konsantrasyon problemi zaten... Boş tribünlere üç maç, Olimpiyatta 2 maç, içeride seyircisiz bir maç ve sezona ısınmak için gecikmeye başlamış Beşiktaş... Pazartesi akşamı Del Bosque başlangıcı yapmamak için çok önemli...

13 Ağustos 2009 Perşembe

Burak Yılmaz

Son yıllarda yaşadığım en büyük iki hayal kırıklığından biri... Sebebi 20 sene önceden gelme... Çocuk yaşlarımız ama Beşiktaş kalbe nakşolmuş artık, üç kanallı TV'de, ya da herhangi bir yazılı basında Beşiktaş görünce kulaklarımız keskinleşiyor, gözlerimiz kısılıyor ve anlamaya çalışıyoruz... O yıllarda ikinci lig daha havalı tabii... İkinci Lig'de şampiyon takım neredeyse Birinci Lig'deki kadar parlıyor. Şimdiki Bank Asya 1. Lig'in daha takip edileni var, nasıl oluyorsa o enformasyon azlığında... Orada 87-88 sezonunu gol kralı bitiren yıldızın takımı Kahramanmaraşspor Birinci Lig'e yükseliyor ve herkes Scifo'ya benzetilen bu efsane futbolcuyu konuşuyor... Sonra o çocuk Seba'nın çabasıyla Beşiktaşlı oluyor...

Aradan 18 sene geçiyor. Bu defa Antalyaspor Süper Lig'e yükselirken konuşulan tek adam var, Burak Yılmaz... Üstelik babasının Beşiktaş geçmişi, anlatılanlar... Her şey Şifo'yu işaret ediyor... İlk Antep maçı herkesin kafasına kazılı, "evet bu sefer oldu" diyoruz hepimiz... Tabii ki nafile bir heyecan bu. Olmuyor, bir türlü olmuyor... Her gün daha kötüye gidiyor... Ben hep çocuğa kabahat buluyorum, kimisi Beşiktaş'ı suçluyor... Ne olduysa oldu, kaybettik; hem biz hem de Burak...

Burak'ın bu konuda ders almadığı çok belli zaten. Karşı yakada da tutunacak dal bulamadı... Biz ders aldık mı? Beşiktaş ders aldı mı? Taraftar'ın hatası var mıydı? Kendi adıma konuşayım, ben mesela bir yerden sonra kendimi kaybedip, her top kaybında söylenmeye başladıysam hatalı değil miyim? Biz ders aldık mı? Bir ara bunu konuşmak lazım... Bir sürü futbolcuya her hatasında söylenen bir grup var, başında gelenlerdenim; bu alışkanlık bu tribünün en büyük problemlerinden değil midir...

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Federasyona tescil edilen 2 no'lu forma...

Bu formadan haberiniz var mıydı? En güzel beyaz forma olmasa da, beyaz forma siyah şort ikilisi...

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Terlik Davasının Ortasında...

Şampiyonlukla biten sezonun startını terlik savaşı vermişti geçen sene... Fotoğraf resmi siteden, kurallarla ilgili olarak eğitim almış futbolcularımız... Terlik savaşının iki mağlubu ve aralarındaki terlikli adam Rüştü... İronik...

Belediye maçına da Özkalfa'yı vermiş federasyon... Sarı yine delirtmese tribünü...

Bir de yine fotoğraf... Toraman kilo mu almış, ne?