30 Aralık 2010 Perşembe

6 Ocak - Napoli Sonunda Milano'da!

Benim için 2010'un ilk yarısı Mourinho'nun Inter'ini anlatıyorsa, ikinci yarısı Napoli'nin şarkısını söylüyor... Serie A'nın tartışmasız en animasyonlu takımı Napoli önümüzdeki Perşembe günü, hıristiyanların yortusu, l'epifania'da Milano'ya geliyor... 2010'un ilk yarısını şenlendiren Inter'in karşısına 2011'de izleyeceğim ilk maçta çıkacak olan Napoli'yi aslında ilk kez çıplak gözle izleyeceğim; ancak bu Napoli'ye duyduğum sempatiden ve bu maçın bende yarattığı heyecandan bahsetmeme engel değil...

Haftalardır Lig ve Avrupa Ligi'nde maçların son dakikalarına, son saniyelerine golleri sıkıştıran; Lavezzi'nin yokluğunda yıldızı Cavani'yi ön plana çıkaran Napoli şampiyonluk yarışındaki varlığını teyit etmek için sahaya çıkıyor. Inter ise, taraftarlarının Benitez sonrası geçmişine, kariyerine bakmadan sadece "Akıllı, genç ve hırslı" diyerek sahiplendikleri Leonardo ile ilk maçına çıkmaya hazırlanıyor. Neresinden bakılsa büyük bir heyecan fırtınası olacak. Napoli burada da kazanırsa, artık şampiyonluğa aday olduğunu ilan edecek. Inter kazanırsa, uzak kaldığı şampiyonluk yarışına doğru adım atacak. Muhteşem bir maç, herkesin ispat etmek zorunda olduğu şeyler var. Napoli'nin galibiyeti Serie A için benim gözümde çok daha fazla anlam şey ifade edecek; Leonardo'nun galibiyeti ise elbette tüm Avrupa'da daha çok ilgi uyandıracak... Boxing day ve arkasında hafta içinin Premier League ile dolması yetmemiş gibi, Pazartesi La Liga, Perşembe Serie A... Rabbim futbol meraklısına vakit ve güzel futbol sunsun!

Napoli yine kazanabilecek mi?
Leonardo nasıl karşılanacak?
Inter kazanamazsa neler yaşanacak?
Inter'de Benitez'in maçları soyunma odasında kaybettiği söyleniyordu. Leonardo buna ilaç olacak mı? Yine futbolcuların hocayı sevmediği için oynamadığı söylentileri mi kazanacak?

Neticesinde perşembe gecesi güzel bir maçın ardından umarım yine bir kaç satır karalamaya çalışacağım...

29 Aralık 2010 Çarşamba

Bu da mi Ofsayt!

Demiroren dun NTV Spor'da anlatmis. Ben de izledim. Simdi bu adamin yaptiklari var. Yanlislar cogunlukta elbette... Burasi gercek... Bunun yaninda bir de elestirmek icin elestirmek var...

Izleyen izlemistir. Konu Almeida'nin fon araciligiyla satin alinmasi... Hemen senaryolari yazalim...

1) Almeida basarisiz olur. Besiktas uc sene sonunda fona 2 milyon euro + yillik %10 faizi oder. Fonun kaybi yok, kulup icin iyi fiyata alinan bir futbolcudan verim alinamamasi ornegi. Her gun yasanilan seyler, problem yok... Taraftar umut vaad eden bir transferden sonuc alamamanin uzuntusu ile kalir, o kadar...

2) Almeida basarili olur, 8 milyon euro'luk bir teklif gelir. Fon satilmasini ister, Besiktas 3,5 Milyon Euro verir, Almeida kalir. Taraftar memnun, kulup 1,5 Milyon Euro zararda, fon memnun... Simdi bu Almeida'nin bir Quaresma ornegindeki gibi uyum sagladigini dusunelim, hangi Besiktasli verilen 3,5 Milyon Euro'ya karsi cikacaktir? Kaldi ki, boyle bir teklifin geldigi yerde, 3,5'i vermenin getirisi sozlesmeye bagli olarak, orta vadede yine Besiktas'in lehine cikacak. O fark 1,5 milyon degil, 5,5 milyon olsaydi, baska bir sey konusurduk...

3) Almeida basarili olur, 8 milyon euro'luk bir teklif gelir. Futbolcu satilir... Besiktas burada kac para aliyor net bilmiyorum. Yani sozu gecen 10 milyon Euro sozlesmeye eklenmis bir maddeden yola cikiyor olabilir... Diyelim ki Besiktas 4 milyon aliyor, bu durumda Besiktas verim aldigi bir futbolcudan tas atip kolunu yormadan para kazanmis olacak.4 Milyona iyi bir forvet bulmak zor, ancak uzerine futbolcuya vermekten imtina ettigi, Adnan Polat usulu 2 Milyonluk kazanci da koyarsak; hatta fonun bu alisveriste elde ettigi kar uzerine, kuluple yeniden calismak isteyecegini de goz onune alirsak, Besiktas buradan sportif anlamda kisa vadede zararli, uzun vadede karli cikacaktir...

Neticede sozlesmeyi gormeden soylenecek seyler aysbergin su ustundeki kutlesine yapilacak guzellemeden otesi olmayacak elbette. Atlanmadigini umdugum tek bir nokta var... Sozlesmeyi ben yapiyor olsaydim Besiktas'in sartsiz "hayir" deme hakki olan bir limit ortaya koymaya calisirdim. 8 Milyon Euro'ya kadar olan tekliflerde kulup kayitsiz sartsiz "hayir" deme hakkini elinde tutmali ornegin. Belki Demiroren'in girdigi 10 milyon ornegi bunu niteliyor olabilir. Bilmek lazim. Neticede fon sirketi %10 faizi cebine koymayi garantilediginden zaten risk almiyor. Kulup ise verimli bir futbolcusundan ayrilmak durumunda kaliyor, bu aldigi riskin adini koymali...

Her halukarda kulubun uc isteseler bes ver seklinde gelisen sark taciri zihniyetinden para yonetimi odakli is yapan bir yonetim anlayisina evrilmesini gormek onemli. Tam da ben memleketi terk ettikten sonra, 150-160 derece donerek dogru isler yapmaya baslayan yonetim umarim borclarin odenmesi ve mali tablolarin sagligina kavusturulmasi yolunda da dogru hamleler yapar.

28 Aralık 2010 Salı

Eski Kafalıyım

Çok mu eski kafalıyım bilmiyorum... Futbolda neler oluyor artık, para her şeyin içinde, üç kuruş için topçular senelerce oynadıkları takımlardan vazgeçiyorlar, futbolun duygu / profesyonellik oranı her geçen gün küçülüyor; taraftarlar dahi başarı talepleri dolayısıyla bir nevi "profesyonel" oluyorlar; hani taraftar değil müşteri dediklerinden... Ben yine de alışamıyorum, kafam eski değil belki ama ben eski kafalıyım...

Leonardo Inter'e geldi bu hafta... Bildiğiniz Leonardo; vaktinde FIFA oynarken Milan'da ne işe yaradığını bilemediğimiz, bu formayla efsaneleşmiş, bu formayla bilinen, geçen yıl San Siro'da izlediğim ilk Milan maçında sahaya takımın başında çıkan, bütün Milanlıların sevdiği Leonardo... Aklım almıyor elbette...

Aklım almıyor ama alışmış olmam gerekirdi, doğru. Bu iki Milano takımı aralarında yaptıkları alışverişler göz önüne alınırsa hali hazırda geniş mideliler zaten. Kaldı ki, eminim unuttuklarım vardır ama, sembolleşmiş isimlerin bu iki takım arasında gezinmesi alışılmış bir şey değil.

Bunun istisnaları da var elbette. Anlaşılabilir olan durumlar... Bu sene örneğin İbra ilk kez San Siro'ya çıktığında tribünler yıkılınca yine anlayabiliyorum. Başarı isteği, dünyanın en önemli forvetlerinden biri, geçmişte ne olursa olsun inanılmaz bir transfer; elbette neticesinde gelen başarılar bunun mantıklı olduğunun ispatı.

Leonardo konusunda ise söylenecek hiç bir şey yok... Leonardo'nun sevildiğine itiraz edebilecek kimse yok.. Ancak Leonardo'nun başarılı olmadığı gerçeğini değiştirebilecek bir veri de yok. Evet kadro yetersizdi belki; yine de ligi belli bir noktaya getiren takım Inter'in şampiyonlar ligi yürüyüşüne paralel giden ligdeki düşüşünden fayalanabilirdi. Hiç bir hareket gösteremedi...
Dahası ve bana asıl bu konuyu yazdıran ise Maldini... Maldini'yi Leonardo'nun yanına getirmeyi düşünmek nasıl bir bakış açısıdır? Bu ara maç olmadığından ve maalesef Leonardo dedikoduları sezonun ilk yarısı bittikten sonra çıktığından henüz tribündeki Interlilere soramadım. Ama Leonardo + Maldini ikilisinin buraya gelmesi futbol sevgisine, taraftarlığın temel hissiyatına aykırı bir durum. Bunu iki takımı birbirinden ayırmakta, birini diğerinden daha çok sevmekte zorlanan ben söylüyorsam ortada bir problem olmalı... Düşünebiliyor musunuz Bülent Korkmaz'ın Beşiktaş'ı ya da Fenerbahçe'yi çalıştırdığını? Şifo'nun Galatasaray'ı? Ben Şifo Galatasaray'a gol attıkça Beşiktaşlı oldum. Nasıl katlanırım onu o takımın kulübesinde görmeye? Akıl alır gibi değil...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Altı Ay Sonunda Schuster

Şimdi baktım takvimlere, bu adam bizim için imza atalı altı ay olmuş... İyisiyle kötüsüyle, normal sezon seyrimizin dışında bir yerde seyrediyoruz... Bizim bildiğimiz Beşiktaş genelde Türkiye Kupası'nda yoluna devam ederdi, bu sefer Avrupa Ligi'nde yürüyor... Yapılan transferler vs. hepsi geldi geçti bakalım Beşiktaş nereye geldi bu altı ayın sonunda... Amerikan usulü olacak, pros&cons, shelbyl beğenir bunu...

Artılar:
1) Avrupa'da lig usulü gruplarda ilk defa tur atlandı. Grup maçları henüz bitmeden, takım 10 puanı toplayıp ikinci turu görmeyi başardı.

2) Deplasman derbilerinde yıllardır silik bir futbol sergileyen, mağlubiyetlerden kafasını kaldıramayan Beşiktaş Kadıköy'de topa sahip olarak, rakibini baskı altında tutarak ve iyi bir ikinci yarıdan bir puan çıkararak taraftarını memnun etti. Galatasaray deplasmanında ise yıllar sonra neredeyse pozisyon dahi vermeden üç puan aldı.

3) Takıma üst kalibre oyuncular monte edildi. Quaresma'nın ikna sürecinde ve Guti transferlerinde Schuster'in rolü olmadığını söylemek zor...

4) Gençler konusunda Toshack ve Tigana dönemlerinden bu yana en ciddi atılım yapıldı. Sahaya Cenk, Ersan, Necip ve Ali Kuçik'in ilk 11 çıktığı bir maç izledik. Bu oyuncular sahadayken Fatih Tekke, Fink, Yusuf, Zapo Hakan Arıkan gibi oyuncular kenarda yahut tribündeydi. Denizli'nin kısa mesafe koşularının aksine bir davranış biçimi olduğunu düşünüyorum. Denizliyle elbette sahaya Tekke, Fink, Yusuf, Zapo ve Hakan 11 çıkardı...

5) Gençleri oynatmak ayrı bir konu, onlardan gerçek anlamda verim almak bambaşka bir konu elbette, Schuster gençlerden çok iyi rotasyon alternatifleri de çıkardı. Sezona 5. stoper başlayan Ersan vazgeçilmez oldu, Necip her oynadığı maçta vasatın üstü performans gösterdi. Cenk son dönemdeki hatalarına rağmen önemli yol katetti. Bakın geçen sene Mustafa Sarp, Hakan Balta gibi oyunculara erindiğimiz dönemler yaşıyorduk. Şu anda, kısıtlı yerli rotasyonumuza zorunluluktan ve Schuster'in tercihlerinden dolayı soktuğumuz genç oyuncular mevcut. Yabancı kısıtlaması olan yerde en önemli adım buydu benim gözümde. Daha bunun Rıdvan Şimşek'i, kafasını toplarsa İsmail Köybaşı'sı var...

6) Takım tam kadro olduğu dönemde muazzam bir hücum performansı sergiledi. Yıllar sonra topu ayağında tutan bir Beşiktaş izledik. İçeride kaybedilen Porto maçı da dahil olmak üzere, bütün kritik maçlarda takım geçmişteki aciz günlerinden uzak göründü.

7) Tabii ki şimdiye kadarkiler kişisel fikirlerdi; ancak bunların ötesinde en kişisel noktadaki değerlendirmemde şunu söylemeliyim ki Schuster basın konusunda beni memnun etti.

8) Ferrari konusunu eksiler içerisinde bilahare değerlendireceğim. Ancak ilk dönemdeki maçlar sonrasında Ferrari sakat olmadığı sürece ilk 11 oynadı. Hoca hatasından ders almış göründü.

9) Geçen sezon yer yer Fink'in dahi gerisine düşen performansıyla bizleri korkutan Ernst takımın liderliğini Guti ile birlikte eline aldı. Yeni orta saha yapısında oyunu iki yönlü oynayarak ofansif ve defansif katkıda bulundu.

10) Hoca rakiplere önlem almamakla eleştiriliyordu, Galatasaray ve Bursaspor'a karşı oynanan oyun bundan ders aldığını gösterdi. Takım çok önemli üç maçın üçünde de inanılmaz soğukkanlı göründü. Üstelik bu maçlarda alınan dakikaların çoğunda yine sahada gençler vardı...

Eksiler:
1) Sezon başında geçen seneki takımın önemli parçalarından Fink ve Ferrari defterden silindi. Fink'in sorunsuz tavrı, Ferrari'nin liderliği geçen sene iyi geçen dönemde ve özellikle Kasım ayındaki seride takımın en önemli parçasıydı.

2) Fatih Tekke konusunda henüz ne olduğunu net anlayamadığımız büyük problemler yaşandı. Anlaşılan o ki, hocanın Tekke'yle arasında ciddi kişisel problemler söz konusu. Schuster bu konuda hiç yapıcı davranmadı, Tekke'yi takımın içine hiç yerleştirmedi. Kendi fikrimce, konuda hoca kadar Tekke de suçlu. Detayını öğrenmek gerekiyor.

3) Hoca ligde belirgin karakteristiği olan takımlara karşı önlem almadan çıktı. Bunun en önemli örneği olan Belediye mağlubiyeti takım için yıpratıcı oldu. Benzer şekilde alınan klasik Manisaspor mağlubiyeti takımın ligdeki iddiasını ciddi anlamda zayıflattı.

4) Takım ligdeki puan durumunda üzerlerindeki rakiplerinin toplam 18 puan gerisinde kaldı. Bu rakiplerle 3 deplasmana çıktı, 4 maçtan 4 puan çıkardı. 4 maçta alınacak 12 puan şöyle bir bakınca ütopik olsa da takımı lider yapmaya yetecekti. Trabzon 3 iç saha 1 deplasmandan 10 puan aldı. Her iki takım da Galatasaray'ı yendi, ancak Trabzon içerde, Beşiktaş dışarda...

5) Hoca basınla ilişkilerini mesafeli tuttu. Neticesinde basın sürekli olarak aleyhine haber üretti.

6) Erhan Güven.

7) Kondüsyoner... Bu kendi tercihi midir bilmiyorum, sanki takımın adele sebepli sakatlıklarında sakatlık yaşamadan geçen dönemin mimarı Marrone arandı...

1 Eylül 2010 Çarşamba

Robinho Milan'da

Geçen sezonu son virajda tamamen darmadağın olarak bitiren Milan'da üç güne sığan ikinci büyük transfer de sonuçlandı. Robinho uzun süredir Beşiktaş gündemini meşgul ettiyse de bugün itibariyle Milan'ın futbolcusu oldu.

Pazar günü sahaya bakan Milan taraftarının içi rahattı rahat olmasına ama takımdaki bazı eksikler göze çarpıyordu ister istemez. Bu eksikliklerin en önemlisi yedek kulübesindeki erozyondu elbette. Yaş ortalaması 35 olan bir yedek kulübesinin giden maçları çevirecek, olası sakatlıkları ve cezaları tolere edecek kapasitesi yoktu.

Ronaldinho'nun varlığı Milan için çok önemli. Nitekim bu büyük yıldız topu her ayağına aldığında karşısına sağ kanat beki, sağ kanada yakın olan orta saha oyuncusu ve kademedeki stoper geliyor. Bu şaka değil, gerçek; Ronaldinho'ya topu verdiğinizde en az bir oyuncunuzu ters kanatta ya da ceza sahasının dışında boşa çıkarıyorsunuz. Milan maçlarını dikkatli izleyenler rakiplerin saha dağılımı sürekli sağa çektiğinden Ronaldinho'nun arka direğe kestiği topların çokluğunu anımsayacaklardır.

Pato işte tam bu bağlamda Ronaldinho'dan en çok faydalanan isim, ancak kronikleşen sakatlıklarıyla birlikte kendisinden verim alındığını söylemek zor. Pato da oyunda olmadığında, Ronaldinho'nun kanadına gelen 4. savunmacıyla birlikte Milan'ın bütün savunma silahları da pasifize ediliveriyor. Geçen sene Palermo ciddi anlamda 4 savunmacıyla Ronaldinho'yu etkisiz hale getirip, San Siro'dan üç puanı alıp gitmişti... O dönemde takımın tamamı formsuz olsa da, Seedorf'un artık düşen temposu, Pirlo ve Ambrosini'nin sert pres karşısında kırılganlaşmalarıyla Ronaldinho'suz Milan'ın İbrahimoviç takviyesine rağmen Pato her sakatlandığında zorlanacağını görmek mümkündü. Robinho bu anlamda çok ciddi bir hamle. Ofansif anlamda yine rakip savunmayı meşgul edecek, arkadaşlarına bol bol boş alan yaratabilecek bir isim. Arkasında Ambrossini ve Bonera oynayacak varsayarsak, muhtemelen büyük savunma zaafı yaratacak olsa da, sağda Robinho solda Ronaldinho ve ortada İbrahimoviç'le Milan'ın artık çok tehlikeli bir ofansif gücü olduğunu söyleyebiliriz. İtalya'da özellikle iç sahadaki maçlarda geçen sene yaşanan son vuruş zaaflarını İbrahimoviç, 10 - 15 maçı pasifize geçiren Ronaldinho'nun açığını Robinho, sakatlıklarla kaçırdığı maçların hesabını da Pato kapatırsa artık şampiyonluğun ve muhtemel derbi zaferinin Milan'a daha yakın olduğunu söylemeliyiz.

Şampiyonlar Ligi hakkında konuşmak için ise henüz erken. Kadronun savunma bacağında hala kırılganlık söz konusu. Onyewu'nun takımla olan durumu henüz belirgin değil. Yeni transferlerin uyumu, Nesta'nın devamlılığı derken işler yine sarpa sarabilir. Öte yandan Boateng'in hareketlilik getireceği orta saha rotasyonu Kasım'a kadar iki kulvarın temposunu kaldırabilirse, Milan aradan geçen yıllardan sonra yeniden Mayıs ayında Şampiyonlar Ligi sahnesinde var olmayı başarabilir.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Milan 4 - 0 Lecce

Milan hazır... Pato sağ taraftan süratle kaleye iniyor, Ronaldinho arapaslarıyla adam eksiltmeleriyle takım arkadaşlarına geniş alanlar yaratıyor, goller ve pozisyonlar yaratıyor. Pirlo her topuyla en doğru adamı buluyor, Nesta, Antonini, Bonera ve Silva rakibe alan bırakmadan muazzam savunma yapıyor... En önemlisi, Inzaghi... Onu aşağıda tekrar anacağız...

Lecce önünde sezonun ilk maçına çıkan Milan için en güzel haber elbette İbrahimoviç.. Uzun zamandır beklenen büyük transfer sonunda vücut bulduğundan, Milano'da tatilden fırsat bulan 45-50 bin kişi de koşa koşa San Siro'ya geliverdi... Tabii transferin ötesindeki güzel haber ideal kadroyla çıkılan Lecce maçında Seedorf hariç bütün takımın formunun üst seviyesinde olduğunu görmek oldu.

Lecce ligin zayıf ekiplerinden biri olacak görüntü bu. Ancak Milan'ın geçen sene en zayıf rakipler karşısında dahi zaman zaman ne kadar zorlandığını hatırlarsak, bugünkü maçın önemini bir nebze daha kavrayabiliriz. Özellikle Ronaldinho ve Pato öldürücü bir form tutmuş durumdalar. Bu iki Brezilyalı'yı bu form durumlarıyla gören Benitez'in işi Mourinho kadar kolay olmayacak.

Takım bugün sahaya 4-3-3 düzeninde yayıldıysa da, Seedorf'un fiziken düşmüş görüntüsü ve onun açığını kapamak için daha geride oynamak durumunda kalan Pirlo ve Ambrossini'nin çabası sebebiyle sahada Milan'ı genelde 4-2-4 olarak gördük. Özellikle sol bekte oynayan Luca Antonini bu maçtaki performansıyla sezona hazır olduğunu gösterdi. Seedorf ve Ronaldinho'nun arkasında kalan geniş koridoru maç boyunca başarıyla savundu ve ataklara da katıldı... Nesta ve Silva da maç boyunca pek zorlanmadılar. Takım ideal kadrosuyla sahaya çıktığı bu maçta sürekli ön alanda oynamasına rağmen Lecce kontraataklarında tehlike yaşamadıysa birinci sebebi bu ikilinin uyumu, ikinci sebebi ise Bonera ve Antonini'nin yardımlaşmasıydı.

İbrahimoviç devre arasında sahaya serilen kırmızı halının üzerinde yürüdü ve Yavru Rossonero'lardan formasını aldı. Curva Sud İbrahimoviç'i gökgürültüsü gibi karşıladı dersek yanlış olmaz. Oyuncunun Inter geçmişi kimsenin umurunda değil, Milan Shevchenko'dan bu yana özlem duyduğu sansasyonel golcüsüne kavuştu. Berlusconi ve Galliani de bu sayede şovlarını yapma şansı buldular...
İnanılmaz Ronaldinho, uçan çocuk Pato'yla Milan lige ve Şampiyonlar Ligi'ne hazır görüntü verdi. Sıra Atletico Madrid karşısında 5. kupayı ıskalayan Inter'de. Yarın alınacak kötü bir skor Benitez'in takımını bugünlerin havalı çocuğu Milan'ın iyice arkasına itebilir...

En önemli noktayı atlıyordum az daha... Evet, Inzaghi... Bugün maç 3-0'ken oyuna girdi. Rakibin ofsayta düşürme çabalarını her defasında bertaraf etti. Maçın sonunda artık stadda 20 bin kişi falan kalmışken takımının 4. golünü attı... Ve evet, işte yine o sevinç... Şampiyonlar Ligi finalinde son dakikada kupa getiren değil, 3-0'ı 4-0 yapan gol... Milan tribünlerinin aşkı Pippo!