31 Ekim 2008 Cuma

Çapkın delikanlı Tello...

Klişe 1: Tello eşinin Kanada'da bulunduğu son bir haftadır çapkınlık peşinde gezmekten futbol oynamaya vakit bulamıyor.

Klişeyle başladık ama yazacaklarımız gerçek... Cisse ve Sivok'la birlikte takıldıkları mekanda bir arkadaşımla ilgilenen Tello, Kayseri maçı için uçağa bindikleri ana kadar mesajlarıyla, telefonlarıyla kızcağızı kovalamaktan üşenmedi... Bilemem tabii, belki de hayatının aşkını bulduğunu düşünüyordur... Yine de evli barklı bir futbolcunun gece gündüz demeden çapkınlık peşinde koşması takdir edilesi bir davranış değil... İşin vahim tarafı, davet ettiği lokasyonların tamamı her nedense Otel Restoranları ve Otel Cafeleri... Niyet belli anlayacağınız...

Klişe 2: Fazla enerjini biraz daha sahaya versen, 50. dakikada dilin dışarda dolaşmazsın sahada!

Hep aklıma takılan bir sorudur, çapkın futbolcu hakikatten sahada mecalsiz kalır mı? Bu kadar basit bir denklem mi bu?

30 Ekim 2008 Perşembe

Uluslararası Klişe

Thomas Zapotocny resmi sitede taraftar sorularına cevap veriyor. Bir taraftarın sorusu şu: “Daha fazla para alsan ve Türkiye’deki kadar sevilmeyeceğini bilsen profesyonellik gereği gider misin yoksa Türkiye’de mi kalırsın?”
Zapo’nun cevabı ise şöyle: “Zor bir soru. Çünkü 28 yaşındayım ve kendimden çok ailemi düşünmek zorundayım. Ama şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, Fenerbahçe ve Galatasaray'dan teklif gelse gitmem, burada kalırım.”

Bu cevabı farklı futbolculardan defalarca duyduk. Merak ediyorum çek cumhuriyetinde de bu işler böyle mi yürüyor. Yoksa gerçekten ciddi mi? Zaman gösterecek...

24 Ekim 2008 Cuma

Milli Maç'ta 3500 bilet...

Alen Markaryan tribünde nefes alıp veren tüm Beşiktaşlılar için önemli bir insan... Türkiye'de varlıklı kesim tarafından gayrimüslim azınlığa imtina gösterildiğini çok yakından gözlemleme şansı buldum... Öte yandan, halkın içinde, halkla birlikte olan bir gayrimüslimin bu denli saygı gördüğü, bu denli sevildiğini görmek bizim coğrafyamızda özellikle sosyal boyutta çok önemli...

Kiminin dediği gibi, belki de Ermeni "meselesi" şimdilik sadece İnönü Stadı'nın karşı tribününde çözülmüştür... Benim bildiğim, Alen'e diş bileyen kafatasçı bazı Kapalı grupları haricinde pek çok insan da buna katılacaktır elbette...

Son dönem tavrı dolayısıyla Alen'e kızabilirsiniz, ben de zaman zaman çok kızıyorum... Ancak Alen'i aynı kefeye koyacağınız adamları seçerken daha dikkatli olmalısınız...

Şansal Büyüka duymuş, Milli Maç öncesi 3500 bilet Alen'e verilmiş ve bu biletler karaborsa yapılmış... Federasyon hemen yalanladı bunu tabii... Öte yanda benim kulağıma gelen 400 biletin Çarşı'ya verildiği... Rakam değişebilir, bu biletlerin bir kısmı karaborsa da yapılmış olabilir... Ama bu karaborsa organizasyonunu Alen yapmadı, bu kadar uzun boylu değil bu hikaye... Karaborsa organizasyonu da enteresan bir laf oldu, organizasyon yok bir kere... Karaborsa yapan bir kaç adamdan bahsediyoruz...

Açıklamada biletleri federasyonun vermediği de söylenmiş... Doğrudur, biletler federasyon tarafından değil, bilinen bir sponsor tarafından verildi zaten... Fenerbahçe'nin dernekler üzerinden sattığı kombine hikayesi gibi basit bir laf ebeliği bu da...

22 Ekim 2008 Çarşamba

Thomas Hengen

Beşiktaş tarihinin gelmesiyle gitmesi bir olmuş, adeta “ateş almaya uğramış” yabancı futbolcularından sadece bir tanesiydi Thomas Hengen. Feldkamp ile başlayan, Briegel ile sonlanan 1999 – 2000 sezonunda Beşiktaş’a Borussia Dortmund’dan transfer olmuştu. Kendi takımında banko oynayamayan ama yine de çok da kötü olmayan bir liberoydu.

1999 – 2000 sezonu başladıktan kısa bir süre sonra sorunlar da çıkmaya başladı Thomas Hengen ile kulüp arasında. Gazetelere göre Thomas Hengen’in nişanlısı hamileydi ve Türkiye’de yaşamak istemiyordu. Hengen’e Almanya’ya geri dönmek için baskı yapıyordu. Sezonun onuncu haftası gelmeden sözleşmesi fesh edilerek geri gönderildi. Buraya kadar her şey normal. Beşiktaş’ın her sezon yaşadığı bir senaryo. İşin farklı bir boyutu Hengen Almanya’ya döndükten sonra ortaya çıktı.

Çok sevdiği nişanlısının kaprisleri yüzünden geri dönen ve Wolfsburg ile anlaşan Hengen’i bekleyen sürpriz adeta Türk filmi tadındaydı. Thomas Hengen’in önce nişanlısından ayrıldığı haberi geldi, sonra da nişanlısının Hengen’den değil, Hengen'in arkadaşından hamile kaldığı. İşte böyle garip bir hikâyenin kahramanıydı Thomas Hengen...

20 Ekim 2008 Pazartesi

Şifo Mehmet olmak...


Taraftar olmak enteresan bir şey tabiatında... Tribünlerde soluk almak, o organizmanın bir parçası olmak herkesin keyif alabileceği, hele ki her şeyi eleştirmekten geri kalmayan bir toplumun neresinden tutsa katlanabileceği bir şey değil... O yüzdendir ki, Türkiye'nin kendine özgü yerel taraftar örtüsü Türkiye'ye terstir... Ancak tribünde maç izlemenin, tribünle ortak bir hayat sürmenin müptelası anlar o beton - tahta - koltuklaştırılmış sıralarda tüketilen ömrün, enerjinin kıymetini...

Beşiktaş'ın peşinde neredeyse Tekirdağ'da oturduğum yıllarda İnönü'den çıkmamak suretiyle çok kilometre yaptım... On iki yılı aşkın süredir kaçırdığım maç sayısı yirmiyi geçmez sanırım... Bu da bir kaç konuda nacizane ahkam kesme hakkı veriyor bana sanırım...

Kapalı tribünde en anlamsız bulduğum, en garipsediğim davranış Şifo Mehmet'e karşı geliştirilen tahammülsüzlüktü şüphesiz... Beşiktaş'a geldiği yıldan itibaren yaşanılan dört şampiyonluğun tamamında ayak izleri bulunan bu adamın gidişiyle birlikte başlar öteki Beşiktaşlılık... Gözümde elli yıl öncesinin Baba Hüsnü'sü neyse, Şifo Mehmet de O'dur oysa... Ondandır ki, içime sığmaz 97'de kötü oynadığı bir maçın sonunda kendisine edilen sözler... O yüzden Seba döneminin unutulmuş vefasızlık tablolarından birinde Bursaspor'a ittirilişi, ve geri dönüşüyle tutup getirdiği şampiyonluk aklıma çivi gibi kazılı kalır...

Bu tribünler Sergen Yalçın'ı Şifo Mehmet'e tercih ettiğinden beri gelmez oldu Akaretler'e o lanet olası sportif başarı teranesi... Spora dair üç temel olguya bakmalı demek ki, Ata'nın buyurduğu gibi... Üç temel olgudan üçü birden yerindeyse bel bağlamalı karşıdakine, aksi durumda yol verilmeli bir daha dönmemecesine...

İbrahim Üzülmez ve işkence sanatı

Beşiktaş’a transfer olduğu ilk günden beri kafalarda soru oldu İbrahim Üzülmez. 2000-2001 sezonunda Nevio Scala ile oldukça parlak bir başlangıç yaptığımız dönemdi. İnönü’de oynanan şampiyonlar ligi ön elemesinde oynadığımız Levski Sofia maçında Pascal’a asist yaparak başladı zulüm. Maç içerisinde bu asisti hoşuma gitse de maç sonunda mikrofonu uzatan muhabirin “İbrahim asistle başladın, neler diyeceksin?” sorusuna verdiği “ne yapayım abi, harikayım ben yaa” cevabı yeterince itici gelmişti. Daha en başından oluşan bu antipati yıllar içinde tamamen yerleşti içime. Saha içinde duracağı yeri bilmemesi, rakibi karşılayamaması, geriden oyun kuramaması, hava toplarındaki etkisizliği(hatta hava topuna çıkmış bir İbrahim üzülmez görüntüsü bile canlanmıyor gözümde), hücumlarda dağlara taşlara attığı başarısız ortalar, sıfıra inip içeriye açtığı toplarda asla bulamadığı takım arkadaşları ve asla ama asla kaldırmadığı kafası. Daha da örneklendirilebilir aslında ama bu kadar olumsuzluğu yazmaktan ben sıkıldım.

Yıllar yılı üzerine hiç bir şey katmadı İbrahim Üzülmez. Doğru düzgün oynadığı tek maç olan İnönü’deki Barcelona maçı ve 02-03 sezonunda Ali Sami Yen’de Galatasaray’a attığı gol... İbrahim Üzülmez’in Beşiktaş formasıyla yaptığı en olumlu hareketler olarak kaldı aklımda. Futbolunun üstüne hiçbir şey katmasa da, Beşiktaş’a hemen hemen hiçbir şey vermese de, alt yapıdan yetişmiş olmasa da, kulüpte bir abi olarak kabul görmese de Beşiktaş gibi bir camiada, o kutsal formayı giyip bir de üstüne kaptanlık pazı bandı taktı... Ki o günler zaten Beşiktaş’ın kültür erozyonu yaşamaya başladığı günlere denk gelmektedir.

2000 yılında geldiği Beşiktaş’ta dokuzuncu sezonu İbrahim Üzülmez’in... Her teknik direktör değişiminde umut ettim artık oynamayacağını. Bu umuduma karşın her yeni gelen hoca oynattı sol kanatta İbrahim’i. Terlik yüzünden çıkan kavga umutlandırmıştı beni ama bu olay bile bir şekilde unutuldu gitti. Şimdi ise Beşiktaş yeni bir hoca ile yeni bir dönemde, beklentilerimiz çok fazla olmasa da içimizde sevgi kaynaklı bir umut da yok değil. Ama Gençlerbirliği maçında yeni Beşiktaş’a bakarken gözüm yine aynı zayıf halkaya takıldı. İbrahim üzülmez, yine 70 metre depar atıp 50 metre geriye pas verdi. Sekiz yıldır değişmeyen klasik... Ne diyelim, futbolu bırakacağın günleri de görürüz inşallah.

Beklentiler ve gerçekler...


Mustafa Denizli artık Beşiktaş'ın teknik direktörü... İlk maçında kulübede onu görmek enteresandı açıkçası. Kameralar ona döndükçe şaşırdık, alışmaya çalıştık... Tıpkı onun gibi... Uzun zaman sonra, küçük kızı televizyonlara çıkıp babası hakkında söylenen kötü sözlere isyan ettikten çok uzun zaman sonra yeniden spotlar Denizli'nin üzerinde... Benim taraftarlıktaki tecrübem kadar Denizli'nin teknik direktörlük tecrübesi olduğu gerçeğinden yola çıkarsak, alışma süreci çok uzun sürmeyecek gibi...

Bu ekipten beklentiler açık, özellikle Galatasaray'ın sakatlıklar ekseninde tek yönlü kurabildiği takımı ve Fenerbahçe'nin ortadan kaybolan özgüveni dikkate alındığında... Hedefe ulaşmak her zamankinden daha kolay gibi... Öte yandan karşılaşılacak zorlukların listesini yapmak mahallede araba aralarında top oynayan çocuklar için bile çok kolay...

1) Holosko, Delgado, Bobo, Nobre ve hatta Tello gibi yüksek ego sahibi tek yönlü ofansif oyuncuların varlığı...

2) Sekiz yabancı futbolcunun varlığı ve Avrupa trafiğinin ortadan kalkmış olması...

3) Sabırsız yönetim ve tahammülsüzlük belirtileri göstermeye başlayan taraftar...

4) Kilit pozisyondaki Cisse'nin ve alternatifi Ali Tandoğan olan Serdar Kurtuluş'un beklentilerin çok altında oynuyor olması...

5) Altı yabancılı sistemde yine yeni yeniden İbrahim Üzülmez'in sol kanatta oynamaya başlaması...

6) Gökhan Zan...

Açıkçası lig trafiği neredeyse kayıpsız devam eden bir sezonda büyük takım olmanın da etkisiyle 1. problem kolayca ortadan kaldırılabilir... Bu oyuncuların hepsini olmasa da her hafta bir fire vererek büyük çoğunluğunu oynatma şansına sahipsiniz... Türkiye Ligi'nde sizi en fazla bir veya iki kere cezalandırabilirler...

Gökhan Zan, hem kendisi hem de Beşiktaş için hemen yol ayrımına gidilmesi gereken bir isim... Belki de Fenerbahçe'de kendini yeniden bulma şansı yakalayabilir...

Serdar Kurtuluş ve Cisse Mustafa Denizli'nin mentörlüğüne ihtiyaç duyan iki isim... Serdar'ın sigara içtiği söylentileri bile tüylerimi ürpertmeye yetiyor mesela... Denizli bu iki oyuncuyu forma sokarsa 10 Milyon Euro'luk transfer yapmış olacak belki de...

Sekiz yabancı çok ciddi bir sıkıntı... Görünen o ki taraftarın gözüne girmeyi başaran Seriç, Denizli'nin dokuzuncu yabancısı olacak... Bu da İbrahim Üzülmez'i alternatifsiz kılıyor elbette... Kimler geldi kimler geçti, neler geldi başına... Ama olmadı, hala İbrahim Üzülmez'in vizyonsuz sol kanat oyunculuğuna mahkum Beşiktaş...

Yönetim ve taraftar ise, alınacak üst üste beş galibiyetle birlikte sessiz bir memnuniyete bürünecektir... Önümüzdeki altı hafta, Sivas, Kayseri, Kocaeli, Bursa, Eskişehir, Fenerbahçe serisi içeride alınacak üç galibiyet ve deplasmanda bir beraberlik bonusuyla birlikte 16 puanla kapatılırsa, kimsenin sesini çıkaracağını sanmıyorum... Ancak Denizli'nin CV'sine bakarak bu koridordan gelecek puan sayısının 13 veya 14 olacağını tahmin ediyorum... Bu altı haftadan namağlup çıkmak epey zor...

Beşiktaş için iyi şeyler söylemek bu sezon son dört sezonun aksine daha mümkün... Başarının yolu bu kez her zamankinden daha çok ecnebilerin "Man Management" dediği yerden geçiyor... Mustafa Denizli, kendisinin en büyük taraftarı olmasak da bunu başarabilecek bir adama benziyor...