26 Kasım 2008 Çarşamba

İstanbul'da Deplasman Keyfi

İstanbullu olup, İstanbul'da deplasmana gitmek enteresan ama güzel bir keyif... Geçen yıl Ali Sami Yen deplasmanındaki seyircisiz maç sebebiyle derbiden uzak kaldıksa da, Kadıköy'de misafir olmak, Fenerbahçe Yönetimi'nin de katkılarıyla son yıllarda son derece keyifli bir hal aldı...

Yıllar önce, stadyumların yarı yarıya bölündüğü yıllar geliyor tabii gözümün önüne en önce... Aynısından benim de basabileceğime emin olduğum GSGM damgalı maç biletleri, maç öncesinde 4-5 saat boyunca kopan curcuna, Kapalı'nın ortasını kapmak adına çıkan kavgalar, stadyumun yarısının rakibe ait olduğunun bilinciyle daha çok ses çıkarma çabası, hepsi ayrı bir keyifti...

Sonra Adnan Polat sahneye çıktı, kombine kart hikayesini Türkiye'ye ithal etti ve her şey değişiverdi... On yıldır kombine kart sahibiyim, muhtemelen kombine kart kavramı olmasaydı, bu on yılda gittiğim maçların yarısından fazlasına gidemezdim... Nitekim hatırlıyorum, 1997'de Göteborg ile oynanacak Şampiyonlar Ligi maçı için 4 saat şimdinin Şampiyon Kokoreç'inden kulüp binasına uzanan sırada beklediğim günleri... Muhtemelen Guatr hastası, geniş boyunlu bir abi satardı biletleri, yanlarına iliştirdiği teberru kuponlarıyla...

Bu kombine kart hikayesiyle, resmen deplasman oluverdi Kadıköy ve Sami Yen... O gün bugündür, ayrı bir eğlenceli oluverdi aynı zamanda sanki... Tabii büyük olayların çıktığı maçları aradan çıkarırsak, örneğin iki yıldır Kadıköy deplasmanı maç skorundan bağımsız olarak medeni ve keyifli bir deplasmana dönüştü... Hakikatten Avrupa'da bile, herhangi bir derbi deplasmanına bu kadar medeni şartlarda gidildiğini düşünmüyorum... Beşiktaş'tan Üsküdar'a motorla geçiveriyorsunuz, arkasından atlıyorsunuz taksiye ve on dakika sonra stadın yanında nefes alıp vermeye başlıyorsunuz... Polis kordonuyla çevrildiğinizden, keklik gibi tek başınıza yürümenizde sakınca yok... Kapıdan içeri girer girmez, otuz metrelik metal bir tünelle kimseye bulaşmadan, tribününüze doğru yürümeye başlıyorsunuz...

İçeride ağlarla örülü bir kafeste olduğunuzdan belki insani anlamda medeni olmayan ama caydırıcı bir ortam bekliyor sizi... Açıkçası, düşünülenin aksine, deplasmana gelen taraftar profili de şaşırtıcı derecede farklı burada... Genelde Kapalı ahalisi boy göstermekle birlikte, pahalı bilet fiyatları dolayısıyla olsa gerek, daha çok tribündeki tanıdık bağırgan simalar etrafta oluyorlar... İç sahada yaşanan alkol koması sıkıntısı, deplasmanlarda çok karşımıza çıkan bir şey değil. Dolayısıyla deplasmanda grubun yaklaşık yarısı normal düzeyde alkollü, kalan grubun yarısı tamamen temiz ve diğer yarısı da artık sadece alkolden midir bilinmez ama uçmuş vaziyette bulunuyor tribünlerde... Yine de tribünün büyük kısmı zararsız, çok denk gelmezseniz problem yaşamanız zor...

Deplasman'da taraftar profilinin ötesinde, deplasman polisinin havası önem kazanıyor... Herkesi tribün psikopatı olarak değerlendirdiklerinden epeyce hor görüyorlar bu taraftarı... Taraftar da buna karşılık, maç sonunda ve maç içinde Polis'e mesaj veren tezahüratlarda bulunuyor tabii... Yine de, sıcak bir problem yaşanmazsa, polisin de ciddi bir müdahelesi olmuyor... Bir buçuk yıldır, biber gazları da (ağır tepkilerden dolayı olsa gerek) ceplerine daha bir mıhlanmış sanki...

Tabii deplasmanın en önemli faktörü ev sahibi seyirci... Kadıköy'de büyük bir kalabalıkla karşı karşıyasınız... Dolayısıyla, ayağa kalkmış bir tribünü susturmak gerçekten zor... Yine de iki pozitif atak, bir gol, biraz da taraftar baskısı kırılganlaşmış Kadıköy'ü susturmak için yeterli oluyor, daha çok bir uğultuyla karşılanıyorsunuz... Sami Yen'de ise durum biraz daha farklı... Orada, taraftar sizi bastırmak için sesini yükseltiyor ama topun oyunda olduğu dakikalarda işler deplasman takımı lehine dönüyor... İnönü'ye gelen deplasman seyircisi için sanırım durum daha kolay analiz ediliyor... Şampiyonluğa yaklaşılmış bir dönemde cereyan eden her derbide, kapalı tribünün tamamına yakını sarhoş olduğundan, tezahüratların kontrolü deplasman taraftarına geçebiliyor... O bağlamda, derbinin saati ne kadar erkense, Beşiktaş taraftarı için işler o kadar iyi oluyor... Aksi durumda, sesler Hasbi'de, Balık Pazarı'nda kısılmış vaziyette geliniyor İnönü'ye...

Bu kadar tantanadan sonra eğer maçı kazanmışsanız, deplasman taraftarı olmak dünyanın en keyifli haline dönüşüveriyor... Stadyum bekleyişi, çıkışınız, evinize gidene kadarki yolculuk, yüzünüzdeki kocaman gülümseme, Pazartesi'nin eğlencesi alıp sizi bu dünyadan koparıveriyor... Ondandır ki, zorlukları olsa da deplasmanda derbi güzeldir, İstanbullu olmanın ayrıcalıklarındandır... Düşünsenize Paris'te yaşasak derbi keyfimiz olur muydu? Paris'in tek takımına sevdalansan ne yazar ki...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

göteborg maçı deyince aklıma 90ların ortalarındaki ajax, helsinki, kosice gibi maçlar geldi. o dönemde içerdeki bütün avrupa maçlarına gitmiştim. yanılmıyorsam tahsin bey apartmanıydı biletleri aldığım binanın adı. eski cins, yarı demirden gülle gibi bir yazıhane masasında amcanın biri satardı biletleri. biletleri aldığımda içimin kıpır kıpır ettiğini hatırlarım. maç günü okuldaki derslerden hiçbir şey aklımda kalmazdı. hey gidi günler...
fener deplasmanı mı? rahat alırız gibme geliyor. şu bilet fiyatları da makul olsa biraz...