9 Haziran 2008 Pazartesi

Hezimet ve yenilgi arasındaki ince çizgi...


Portekiz karşısında ne oynadık diye konuşuyor bütün Türkiye günlerdir... Futbolla ilişkimiz iki buçuk kulübün daracık perspektifteki saha performansından ve gösterişli medya sağanağından ibaret olduğundan algılayamaz hale gelmişiz sahada neler olup bittiğini...

Dört maçı izledikten sonra şunu söylemek lazım... İzlediğim maçlar içerisinde aklımda kalan en uzun sprint, yediğimiz ikinci golde Ronaldo'nun müthiş süratiyle süslediği pozisyona aitti... Topçularımızın Antalya'da, bizim evlerimizde kupaya hazırlandığımız gibi Playstation'a özgü 50 metrelik sprintlerin ruhuna fatiha... Topla beş metre koşar koşmaz sert bir duvara çarpan, ancak duvara çarptığında ne yapacağını iyi çalışmış yedi takım vardı sahada... Sadece Polonya rakibine diş geçiremedi, diğer altı takım sınırlarını sonuna kadar zorladı ve olağanüstü bir mücadele koydu sahaya...

Bizim takımımız bunun tam anlamıyla istisnasıydı... Biz de duvara çarptık... Sevemediğimiz Deco'nun yokluğunda Barcelona'nın çektiklerini anlamak adına önemli bir maç izledik... Deco öncülüğünde muhteşem şekilde parsellediler bütün orta sahayı...

Dönelim bize bakalım... Bütün dünya şunu gördü, bu uğurda Ronaldinho'lar kadro dışı kaldı, Messi'ler, Ronaldo'lar şekil değiştirdi... Dedi ki dünya futbolu, orta saha oyuncunuz gönülden koşacak... Kaygıları olacak, arkasında iki pasla oyun çeviren adamlara müsaade etmeyecek...

Biz ise Orta saha denilen bölgeyi teorik olarak bir kişiden yoksun bıraktık bu maçta... Colin Kazım'ı artık birileri açıklasın lütfen... Süper yorumcularımızın yaptığı gibi, Kazım'ın iyi oynadığını söylemek Harlem'in NBA şampiyonu olacağını iddia etmekle aynı şey... Bir futbolcu adam eksiltebilir, çalım atabilir, dolayısıyla televizyondaki seyirciyi yanıltabilir... Ancak iyi oynamak demek takımının hedeflerine katkıda bulunan pozitif futbol oynamakla eşdeğerdir... Kazım'ın yaptıklarının hangisi takıma faydalı olmuş? Orta sahada Emre ve Aurelio can havliyle adam kovalarken Kazım ne yapmış birilerinin bunu izah etmesi lazım...

Tuncay konusu ise daha farklı... Bu çocuğun iki türlü handikapı var... Birincisi, fizik olarak yüzde yüz hazır değilse oynamıyor... Orta sahada oynayan adamınız Tuncay ise, sonuna kadar faydalanmak zorundasınız, ve dolayısıyla yüzde yüz hazır tutmalısınız... Hazır olmadığında ve buna bağlı olarak iyi oynayamadığında da morali bozuluyor... Bu kısır döngü de bitiriyor Tuncay'ı... Kazım kararı ne kadar yanlışsa, Mehmet Topuz'un kafadan alınmadığı kadroda Tuncay'ı ilk onbire direk yazmak o kadar doğru bir karar... Çünkü başka böyle futbolcunuz yok... Ama Tuncay hazır değilse, bu iş olmaz... Orta sahada kart görme pahasına adam kovalamayan Tuncay'la kazanamazsınız...

Nihat'ın yalnızlığı, Gökhan Zan hatası, Mevlüt fiyaskosu gibi onlarca konuyu uzun uzun anlatmanın alemi yok... Neticede biz kaybetmedik, hezimete uğradık... Alenen morallerimizi bozan, herşeyi bitirme noktasına getiren berbat bir maç oynadık... Senelerdir gelenektir, Türk Milli Takımı böyle noktalardan zorlanmadan toparlayabilen bir takım haline geldi, bu gerçek. Hatta iddia ediyorum, bu takım Portekiz maçına hedef maç olarak dahi bakmadı, bakamaz zaten başınızdaki hoca Terim, nüfus kağıdınızdaki ibare T.C. olduğu sürece... Tek ümidimiz, pembe senaryolarımızın tek dayanağı bu geriden gelme teranesi zaten... Ama hani olur da İsviçre'yi "bu zor günlerimizde" yenemezsek, bu hikaye uzun yıllar toparlayamayacak gibi... Orda da Frei konusu var zaten, ayrıca konuşulmalı...

Hiç yorum yok: