20 Ekim 2008 Pazartesi

Şifo Mehmet olmak...


Taraftar olmak enteresan bir şey tabiatında... Tribünlerde soluk almak, o organizmanın bir parçası olmak herkesin keyif alabileceği, hele ki her şeyi eleştirmekten geri kalmayan bir toplumun neresinden tutsa katlanabileceği bir şey değil... O yüzdendir ki, Türkiye'nin kendine özgü yerel taraftar örtüsü Türkiye'ye terstir... Ancak tribünde maç izlemenin, tribünle ortak bir hayat sürmenin müptelası anlar o beton - tahta - koltuklaştırılmış sıralarda tüketilen ömrün, enerjinin kıymetini...

Beşiktaş'ın peşinde neredeyse Tekirdağ'da oturduğum yıllarda İnönü'den çıkmamak suretiyle çok kilometre yaptım... On iki yılı aşkın süredir kaçırdığım maç sayısı yirmiyi geçmez sanırım... Bu da bir kaç konuda nacizane ahkam kesme hakkı veriyor bana sanırım...

Kapalı tribünde en anlamsız bulduğum, en garipsediğim davranış Şifo Mehmet'e karşı geliştirilen tahammülsüzlüktü şüphesiz... Beşiktaş'a geldiği yıldan itibaren yaşanılan dört şampiyonluğun tamamında ayak izleri bulunan bu adamın gidişiyle birlikte başlar öteki Beşiktaşlılık... Gözümde elli yıl öncesinin Baba Hüsnü'sü neyse, Şifo Mehmet de O'dur oysa... Ondandır ki, içime sığmaz 97'de kötü oynadığı bir maçın sonunda kendisine edilen sözler... O yüzden Seba döneminin unutulmuş vefasızlık tablolarından birinde Bursaspor'a ittirilişi, ve geri dönüşüyle tutup getirdiği şampiyonluk aklıma çivi gibi kazılı kalır...

Bu tribünler Sergen Yalçın'ı Şifo Mehmet'e tercih ettiğinden beri gelmez oldu Akaretler'e o lanet olası sportif başarı teranesi... Spora dair üç temel olguya bakmalı demek ki, Ata'nın buyurduğu gibi... Üç temel olgudan üçü birden yerindeyse bel bağlamalı karşıdakine, aksi durumda yol verilmeli bir daha dönmemecesine...

Hiç yorum yok: