9 Ocak 2009 Cuma

Bu mu benim Beşiktaş'ım?

Uzun süredir herhangi bir şey yazamadım buraya. Gerek iş gerekse de özel hayat karmaşaları, sorumlulukları diyelim. Tüm bu hengamenin arasında blog'da, yazı yazmam da, Beşiktaş da aynı noktada kesişti kendi açımdan. Şöyle izah edeyim bunu sizlere:

Beşiktaş benim için bir kaçış, Beşiktaş benim için bir kurtuluş, Beşiktaş benim için bir mutluluk yolu oldu ömrüm boyunca. Ne zaman kendi hayatımın gerçeklerinden ve acılarından uzaklaşmak istesem hep sırtımı Beşiktaş'ıma yasladım, O'nun siyah-beyaz gölgesinde ağladım. Benim için bu kadar anlamlı ve önemli Beşiktaş.

Son bir haftadır zor günler geçirdim. Belki burda anlatılmayacak kadar özel ve önemli şeyler... Ama bu yaşadıklarımın sonunda blog takipçilerini ilgilendirebileceğini sandığım bişeyin farkına vardım. Her zor anımda benim yardımına ihtiyaç duyduğum Beşiktaş'ıma bir kez daha başvurdum herşeyin sonunda. "Bu kadar kendimi hırpaladığım yeter, siyah-beyaz bana huzur verir" dedim, geçtim bilgisayarın karşısına. Beşiktaş haberlerine baktım oyalanmak için. Karşıma çıkanlar Yıldırım Demirören ve basiretsiz açıklamaları, Sinan Engin ve kifayetsiz iddiaları, adını sanını duymadığımız menacerler ve Beşiktaş'ıma attıkları kazıklar, yapılan yanlış transferler ve kaybettiklerimiz, amatör branşlardaki anlamsız boşluklar... Bunlar Beşiktaş ile büyümüş çocukların çok sık karşılaştığı durumlar değildir. Evet transfer konusunu bu bütünün belki dışında tutabiliriz ama Beşiktaşlı hiç bir zaman yönetiminden, menacerinden, futbolcusundan utanıp da başını öne eğmemiştir tarih boyunca. İşte ben de bunu farkettim ki, hayatımın gerçeklerinden kaçıp sığındığım Beşiktaş'ımın hali benim hayatımdan çok çok daha kötü bir durumda.

Sindiremedim içime, yerimden kalkıp semte gitmek, en azından Beşiktaş'ı solumak istedim. Tüm taraftarların yüzündeki kaygı ve sıkıntı o kadar belliydi ki, kendimi belki de olduğundan daha kötü hissettim. Her zaman bana çözüm olan Beşiktaş'ım neden bu haldeydi? Neden artık bana bu kadar yabancı geliyordu? Bunun cevabını bilmeyen bir Beşiktaşlı yoktur herhalde, sebeplerini anlatmama gerek dahi yok. Herkes bıktı zaten bunların muhasebesinden.

Bu sabah gene kötü bir şekilde uyandım ve işime gittim. Hayattan bağlarını koparmış her adam gibi benim de ne gündemden ne de herhangi bir olaydan haberim yok, sadece yaşıyorum. Karşılaştığım ilk arkadaşım "hayırlı olsun, Yusuf'u almışsınız" dedi. Yusuf? Kim ki Yusuf? Düşünerek kim olduğunu bulamadım açıkçası, o derece aklımdan geçmeyecek bir isim. İlk başta yeni moda olan U-21 milli takımdan bir genç veya bir şekilde isim yapmış bir gurbetçi sandım. Gözlerimdeki anlamsız bakışları farkeden arkadaşım tamamladı "Yusuf Şimşek"...

Demirören, Denizli ve yönetim üçlüsünü düşününce çok enteresan gelmedi bana transfer. "İnşallah çok para vermemişizdir" diye düşünürken gazetelerden karşılığında Aydın Karabulut'un bonservisiyle birlikte verildiğini okudum. İşte o anda kafamda bu soru yankılanmaya başladı: "Bu mu benim Beşiktaş'ım?"

1 yorum:

Dolmabahce Caddesi dedi ki...

hislerime ve eminimki birçok beşiktaşlının hislerine tercuman oldun.eline sağlık